2: Kırklara Karışmak

978 86 11
                                    

Ağaçların arasından usulca geçerken, tek dileğim Cüneyd'in sağ salim bir şekilde burada olmasıydı.

Karanlıkta yolumu bulmakta zorlansam da, evden çıkmadan önce Hasna hanımannenin elime tutuşturduğu küçük fener bir hayli işimi görüyordu.

Feyza'ya beni o odadan çıkarmasını söyleyen Sadi Hüdayi efendiymiş. Abisinin gözü dönmüş hali yüzünden bana yapabilecekleri şeyleri engellemek amacıyla böyle bir yola başvurmuşlar.

Biliyordum, onları korkutan bana olabilecekler değil; bana olacaklardan sonra Cüneyd'in alacağı haldi. Ben bile bundan korkuyorken, onları suçlayamazdım.

Piknik yapılan alandan uzaklaşıp, salıncağın kurulu olduğu yere doğru ilerledim.

Bahadır ve Feyza beni aşağıda bekliyordu. Buraya gelmek için acele edince, Sadi Hüdayi efendi ikisini de peşime takmıştı. Bahadır, nereden ayarladığını bilmediğim bir arabayla, mahallenin çıkışında bizi bekliyordu. Hızla arabaya binmiş ve buraya gelmemiz gerektiğini söylemiştim.

İnşAllah Cüneyd buradaydı. Açıkçası aklıma gelen sayılı yerler vardı, ve içlerinde en makul olanı burasıydı.

Aslında aklıma ilk annesiyle ilgili anlattığı anıda geçen elma ağacı gelse de, o ağaç mahalledeydi ve La Edri denilen tarikatın mensupları çoktan ortalığı talan etmişlerdi bile. Eğer orada olsaydı, şimdiye onlar yakalamış olurlardı. O yüzden kafamda orayı direkt elemiştim.

Geriye en makulu burası kalıyordu. Eğer burada da yoksa, bakabileceğim son yer; ekmeğe tuz biber ekip, yediğimiz o çatıydı.

Onunla geçirdiğim zamanların çoğunda o kadar kendime odaklanmıştım ki, onun hakkında hiçbir şey bilmeyişim adeta bencilliğimi yüzüme çarpıyordu.

Salıncağın etrafına feneri tuttuğumda hiçbir şeyin olmayışı, içimde kabaran umutları tek tek soldurdu.
Tam vazgeçip gidecekken ağacın bana görünmeyen kısmında belli belirsiz bir ses duydum.

Adımlarım ağaca doğru yöneldikçe içimdeki heyecan artıyordu.

Buradaydı işte.

Annesinin mezarını kazdığı gece, dedesinin kapısında nasıl bulduysam onu, aynıydı hali. Yan oturmuş, başını ağaca yaslamış, gözleri salıncakta gibi dursa da aslında boşluğa takılı kalmıştı.

"Cüneyd?" bekledim bir süre, başını kaldırıp bir şey desin diye bekledim lakin o sadece başını çekip yavaşça ağaca çarpmakla yetiniyordu. Başı her ağaca çarptığında çıkan ses, az önce duyduğum sesle aynıydı.

Usulca yanına yaklaştım ve ağacın dibine çöktüm. Yüzüne doğru biraz daha yaklaşıp, göz göze gelmeye çalıştım.

"Cüneyd, iyi misin?"

Yine ses yoktu. Bakışlarında bile en ufak bir değişiklik olmamıştı.

Böyle olmayacağını anlayıp, ben de ağacın dibine çöktüm. Sırtımı ağaca yaslayıp karşıma bakmaya başladım.

"Rivayet o dur ki; Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin iki oğlu varmış. İsimleri Zakir ve Şakir olan oğullarından Şakir olan adı gibi şükür ehliymiş, zamanının neredeyse tamamını ibadetle geçirirmiş. Zakir ise tam tersiymiş; meyhanelerde gezer, gününü gün edermiş. " kısa bir ara verip tepkisini ölçtüm ama hiçbir farklılık yoktu. Yine de anlatmaya devam ettim.

"Derken, günlerden bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri oğlu Şakir'i yanına çağırıp, 'Kırklardan biri eksildi, seni onlara katacağım. Kırklara karışacaksın. " deyip Şakir'i tuttuğu gibi yola koyulmuş."

Nihayet başını vurmayı bırakmıştı. Bu durum bir yandan rahatlatsa da bir yandan da korkutuyordu. Çünkü beni dinliyor olması demek biraz sonra anlatacağım kısmı da duyacağı, ve yüksek bir ihtimalle bundan etkileneceği anlamına da geliyordu aynı zamanda.

Kendimi toparlamak, ve sesimdeki tereddütü gidermek amacıyla boğazımı temizledim. "Yola koyulduklarında meyhanenin öndünden geçerken, İbrahim Hakkı Hazretleri içeriye girmiş. Sakiyi çağırıp, oğlu Zakir'in ne kadar borcu olduğunu sormuş. Adam İbrahim Hakkı Hazretlerini tanıdığından oğlunun oraya geldiğini inkar etmiş. Fakat Hazret üsteleyince adam el mahkum söylemiş oğlunun borcunu. Babası oğlunun borcunun tamamını ödeyip tekrar Şakir ile yola koyulmuş. " başımı hafifçe sağa dopru çevirip ne yaptığına baktım.

Hâlâ boşluğa bakıyordu.

"Bir süre sonra Zakir meyhaneye gelmiş. Adamdan içki istemiş, bir iki getirdikten sonra saki dayanamamış ve 'iç tabi, nasılsa baban borcunu ödüyor.' deyivermiş. Bunun üzerine olayı sorgulayan Zakir, günahından babasının haberdar olduğunu öğrenince çok utanmış. Sarhoş haliyle yalpalaya yalpalaya koşarak eve gelmiş ve babasını sormuş. Babasının, Şakir'i kırklara katmak için götürdüğünü duyunca o da oraya gitmeye başlamış.

O sırada bir kalenin burçlarına çıkan İbrahim Hakkı Hazretleri ve Şakir karşılarında uçuşan kuşlara bakıyorlarmış. Babası Şakir'e 'Atla oğlum! Atla Şakir!" diye telkinlerde bulunmuş, ama Şakir bir türlü atlayamamış.

Babasının Şakir' e atlamasını söylediğini duyan Zakir ise, yine yalpalayarak burçların kıyısına doğru koşmuş 'Şakir atlayamaz ama Zakir atlar baba.' deyip bırakıvermiş kendini burçlardan. O sırada İbrahim Hakkı Hazretleri oğlu Şakir 'e dönüp-" bir anda Cüneyd' in konuşmasıyla susmuştum.

"Hakkı gel sırrını eyleme zahir,
Olmak ister isen bu yolda mahir,
Harabat ehlini hor görme şakir,
Defineye malik viraneler var." omzumun üzerinden bir bakış attığımda, gözlerinin yaşlarla parladığını gördüm. Bu durumu benim de burnumu sızlatırken, şu an ağlamamın ona hiçbir faydasının olmayacağını kendime hatırlattım. Yüzümü tamamen ona döndüm, ve gözlerinin içine bakmaya çalıştım.

"Herkes bu hikayede Zakir'in hâl ehli, Şakir'in ise gösterişçi olduğu gibi bir anlam çıkarıyor. Oysa hiç kimse sorgulamıyor; Zakir sarhoş olmasaydı, zihni bulanık olmasaydı atlar mıydı? diye. Peki ya Şakir, tüm ömrünü babasının eteğinde ilim irfan öğrenerek geçirmiş, babasını her şeyde kendine rehber kabul etmiş olan o adam, babasının bütün ısrarlarına rağmen neden atlamamıştı? Az tevekkül ettiğinden mi, yoksa Allah'ın ona verdiği zihni hakkıyla kullanabildiğinden mi?" sorularımla berraklaşan zihni sanki buzlarını çözüyor, sularını da gözlerinden akıtıyordu. Ben de artık kendimi tutmayı bırakmıştım.

"Kendini suçladığını biliyorum. Ama suçlama. Sen sadece çocuktun. Duyduğun bir hikayeyi gerçek sandın, sen de yaşamak istedin. Hepsi bu. Ne bunu yapmak isterken annenin öleceğini bilebilirdin, ne de kadere karşı gelebilirdin. Sen sadece o sebepler dairesinin içindeydin Cüneyd." gözlerinde parlayan umut, bu karanlık gecede bana yolumu gösterecek kadar aydınlıktı.

"Dokunduğun her şeyi lanetledin dedi..." bu masum, savunmasız halini tüm şefkatimle sarıp sarmalamak, onu, tıpkı onun bana yaptığı gibi, kendi babasından dahi korumak istiyordum. Bunu yapabilir miydim, gücüm yeter miydi bilmiyordum ama, denemezsem hepimize yazık olacağını biliyordum.

***
Arkadaşlar yukarıda anlattığım hikaye, farlık farklı rivayetlerle anlatılmaktadır. Ben kurguya en çok yakıştırdığım halini aldım. Bilginiz olsun.

İki BalıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin