Akşama kadar evde boş boş oturmamak için önce temizlik, ardından yemek yapmıştım. Şimdi de kütüphaneden aldığım bir kitabı okuyordum. Hava henüz kararmamıştı. Cüneyd gelene kadar da kararmasa iyi olurdu. Evde birinin olduğu izlenimini vermemek adına ışıkları açamazdım. Ve karanlıkta kalmaktan da korkuyordum.
Tek temennim Cüneyd'in erkenden gelmesiydi.
Gece doğru düzgün uyuyamamış olmanın getirisi olarak gözlerim uykusuzluktan sızlıyordu. Bir de kitap okuyunca iyice işin içinden çıkamaz olmuştum.
Gözlerim yavaşça kapanırken, kitabı kapatıp göğsüme sakladım ve koltukta başımı geriye yaslayarak iki dakika gözlerimi dinlendirmek istedim.
****
"Zeynep!" adımın bilmem kaçıncı kez seslenilmesiyle hızla gözlerimi açtım. Kalp atışlarım gerginlikten dolayı hızlanmıştı. Uykudan aniden uyanınca hep yaşadığım bir durumdu.
Derin derin nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bir yandan da tedirginlikle bana bakan Cüneyd'e odaklanmya çalışıyordum.
"Kabus mu gördün?" dediğinde sadece başımı iki yana sallamakla yetindim.
"O zaman?"
"Oluyor bazen. Birden uyandığımda özellikle. Depremden sonra kaldı üstümde sanırım." dedim biraz daha toparladığımda. Gerçekten de öyleydi. O gece annem yattığım odaya hızla girmiş ve beni uyandırmıştı. Sonrasında da zaten hızla ve korkuyla evden çıkmıştık. O zamandan beri ne zaman biri uyandırmak için adımla seslense, aynı korkuyla uyanıyordum. O zamanlarda kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, olduğum yerin sallandığını sanıyordum. Kendime gelmek içinse biraz zamana ihtiyaç duyuyordum.
Bacaklarımı koltuktan aşağıya indirip, kucağımda sıkı sıkıya tuttuğum kitabı orta sehpaya bıraktım.
Bakışlarım Cüneyd'e döndüğünde, beni izlediğini gördüm.
"Sen ne zaman geldin?" güneşlikler çekilmiş, ışıklar yanmıştı. Anlaşılan hava çoktan kararmıştı. İyi ki uyumuştum, yoksa Cüneyd gelene kadar aklımı kaçırırdım o karanlıkta.
"Çok olmadı. Sofra hazır, o yüzden uyandırdım seni." dediğinde ayaklanmıştım.
"Sen mi hazırladın?" sadece küçük bir baş işafetiyle onayladı. "Niye zahmet ettin, uyandırsaydın yapardım ben. Ya da yardım ederdim sana." dedim mahcup olmuş sesimle.
"Bu evde sen ya da ben yok Zeynep. Müsaittim yaptım, üstüne konuşmaya lüzum yok." dedi net sesiyle. Onu sadece başımla onaylamakla yetindim.
"Sen geç, ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." deyip hızla merdivenleri arşınladım.
****
Yemeğimizi yemiş masada karşılıklı oturuyorduk. Cüneyd'in yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Sorup sormamak arasında gidip gelsem de, cesaretimi toplamıştım.
"Bir bela mı var?" sesimle masadaki bakışları bana döndü.
"Bela mı bilmem. Lakin bir durum var."
"Hayırdır inşallah?" sesimdeki korku elle tutulabilir gibiydi.
"Meryem hanım, yarın çıkıyor." dediğinde bir an kalakaldım.
"Na- nasıl?" diye sordum şaşkınlıkla. "Hem bunun nesi bela?" anlamıyordum.
"Annenin masumluğu delillerle ispat edilemedi. Babamın adamlarından biri suçu üstlenmiş." bir an benim de bakışlarım boşluğa takıldı.
"Tuzak mı diyorsun?" sesimdeki tereddütü yakalamıştı.
"Bence öyle. Annenle görüşmek isteyeceğini biliyorlar."
"Ne yapacağız?"
"Aklımda bir şey var ama bunu senden istemeye hakkım var mı bilmiyorum." sorar bakışlarımı görğnce derin bir nefes alıp, gözlerime kenetledi gözlerini.
"Bu işi halledene kadar annenle görüşmesen olur mu?" duraksadım. Zaten deli gibi özlemiştim annemi, şimdi tam kavuşmak üzereyken yine bir engel çıkıyordu önüme.
Cüneyd'in böyle bir şey istemesini anlıyor hatta hak da veriyordum ama bunu ben kabul etsem de annem durmazdı ki. Görmek isterdi beni.
"Bunu istemekte hakkın var. Ama ben kabul etsem de annem... O ikna olmaz ki böyle bir şeye."
"Savcı hanımla istişare ettik bu mevzuyu. O da benimle aynı kanaatte. Şayet sen de kabul edersen, senin burada olduğunu annene söylemeyecek. Durumu anlatıp, şu an görüşmenizin münasip olmadığını söyleyecek. Allah'ın izniyle başımızdaki belaları def ettiğimizde, usulünce anlatırız her şeyi." diye açıklamasını yaptığında, bu duruma üzülsem de doğru olanın bu olduğunun farkındaydım. O yüzden başımı sallayıp, verdikleri kararı kabullendim.
Yine birlikte kalkıp, sofrayı ve bulaşıkları hallettik. Daha sonra abdest alıp, yatsı namazını eda ettiğimizde aklıma akşamı kılmadığım geldi. Uyuduğum için vakti kaçırmıştım. İçimden tövbe istiğfar çekerek akşamı mecburen kazaya bıraktım.
Namazlar bittikten sonra, hâlâ alamadığım uykum bastırmaya devam ediyordu.
"Senin epey bir uykun gelmiş. Yat istersen." dediğinde esnemekten yaşaran gözlerimi silip baktım ona.
"Sen?" ne dediğimi fark ettikten sonra dilimi ısırdım. Sanki hergün aynı anda yatıyoruz da, şimdi ona ne yapacağını soruyordum.
O da kırdığım potu fark edip, alttan alttan gülümsemekle yetinmişti. Yine de bozuntuya vermeyip, "Kitap okuyacağım biraz." diye açıklama yapmıştı.
Başımı sallayıp, kızaran yüzümü gizlemek için hızla merdivenlere döndüm.
"Allah rahatlık versin." deyip merdivenleri çıkmaya başladım. Arkamdan gelen adım sesleri tedirginliğimi artırmıştı.
Kütüphane alt kattaydı, niye peşimden geliyordu ki?
Yatak odasına girdiğimde yine ardım sıra duydum adım seslerini.
O da, odaya girğinde yatağın yanına geçip tedirginlikle beklemeye başladım.
Ya beraber yatmak isterse? Ne diyecektim? Kendimi bunun için hazır hissetmiyordum. Ama adama sarıldıktan, o kadar yakınlaştıktan sonra da 'gelme' demeye utanırdım. Ne yapacaktım?
Ben kafamdaki ihtimallerle kendi kendimi yerken, o dolaba yaklaşıp kapaklarını açtı ve her zamanki yastığıyla, battaniyesini aldı. Daha sonra bakışları bana döndü ve gülümseyerek, "Allah rahatlık versin." deyip kapıdan çıktı.
Ben ise gitmeden önce attığı 'her şeyin farkındayım' bakışının yaydığı utançla cebelleşiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Balık
FanfictionKızıl Goncalar 2. sezondan itibaren, özellikle cünzey içerikli yazılacaktır.