" Abi hayır anlamıyorum bu kız kendi gelemiyor mu? İlla velisi gibi karşılamak zorunda mıyız biz bu hobbiti?"
Barlas sert çehresini arkadaşına dönmüş ve söylediği gereksiz kelimeleri kafasında tartıyordu... O ne kadar ciddi ve sertse şuan yanında duran bu alaycı adam o kadar umursamazdı.
Arkadaşını ne kadar severse sevsin bazen onu bu sevgisiyle (!) boğacak kadarda sınırlarda geziyordu. Çoğu zaman bu alaycı tavrını görmezden geliyordu gelmesine ama söz konusu kıymetlisi olduğunda malesef toleransı buraya kadardı. Ne olursa olsun birazdan gelecek olan genç kadın için alayla bile olsa kötü bir kelimeyi kaldıramayacak kadar değer veriyordu ona."Sencede Zeynep'e karşı bu kadar sevgi beslemen tuhaf değil mi?" Alayla dudaklarını büktü ve devam etti. " Ayrıca bu kızı son üç yıldır görmediğini göz önünde bulundurursak... Son kez uyarıyorum Sinan, o geldiğinde yine böyle sevimli davranma olur mu? Onu bu sevginle ilk anda boğmanı istemem. " Kalın sesi ile yaptığı uyarıyı en iyi anlayabilecek insanlardan biriydi karşısındaki alaycı genç adam. Çünkü yıllardır bir kardeşten çok daha yakınlardı bu sert çehresi onun baştan aşağıya kadar süzen adam ile. Pek çok zor anları sırt sırta vererek atlatmış olsalar da bahsi geçen genç kadının arkadaşı için ne kadar değerli olduğunu da gayet iyi biliyordu. Gerçi bu bağı bir türlü anlayamıyordu ama irdelemeye de pek hevesli değildi. O ukala küçük kız çocuğu ile anlaşamadıkları bariz ortadayken onunla ilgili düşüncelere dalmak genç adam için zaman kaybından başka bir şey değildi.
Sinan Barlas'tan destek alamayacağını anlayınca hızla diğer yanına döndü. Acaba bu uzun boylu dev ona destek olur muydu? O da diğer arkadaşı kadar uzun boylu ve alayla parlayan gözleri olmasa da oldukça korkutucu bir duruşa sahipti. Barlas'a göre İlker tabi ki daha uyumlu bir adamdı ama onu kızdıran bir düşman için acımasız bir katil gibi göründüğü de daha önceki deneyimlerinden dolayı bildiği bir gerçekti.
"Hiç bana öyle bakma oğlum. Adam haklı. Kızla tanıştığından beri ne zaman yanyana gelseniz olan bize oluyor. " Belli ki bugün o da yanında olmayacaktı. Umarsızca omuzlarını sallasa da söylemeden edemedi.
"Sende mi Brütüs?"
Üç adam havaalanının yolcu bekleme salonunda bu tartışmaya girmişken oradaki çoğu gözlerin de üzerlerinde olduğundan habersizdiler. Üçü de dışardan bakıldığında her kadının dönüp bakacağı kadar göz alıcıydılar. Hepsinin karakteri farklı olmasına rağmen görünüş olarak aynı vücut hatlarına sahiptiler. Uzun boyları, çelik gibi kasları giydikleri elbiselerden bile belli olacak kadar göz alıcıydılar. Sonuçta onlar özel olarak seçilmiş savaşçılardı. Tabi ki bu gerçeği sadece birkaç kişiden başka bilen yoktu. Görevleri gereği kimlikleri gizli olmak zorundaydı. Bu yaptıkları işin başlıca kuralıydı.
"Peki nasıl tanıyacağız biz bu Prensesi(!)" Yaptığı ima bariz bir şekilde ortadaydı. Başarılı bir savaşçı ama berbat bir yalancıydı.
"Bakıyorum hobbitten prensese kadar kotayı yükselttin dostum." İlker'in dudakları alayla kıvrıldı. Arkadaşının bu kibarlığı hiç kuşkusuz Barlas denen koca devin sözlerinden dolayıydı. Kimse genç adamı karşısına almak istemezdi. Özellikle onu çok iyi tanıyanlar olunca.
"Merak etme dostum sen tanımıyor olabilirsin ama ben ne kadar yüzünü de değiştirseler Panter'i yürüyüşünden tanırım. Sonuçta yıllardır onunla en sık görüşen benim. Ben eğittim onu, unuttun mu?" Ses tonu gururlu bir öğretmen gibiydi adeta. Sanki başarılı bir öğrencisi ile övünen kararlı bir eğitimci duruşu sergiliyordu o anda.
İki arkadaş alayla karşılarındaki dostlarına baktılar.
"Sen ona sadece yürümeyi öğrettin dostum. Koşmayı öğrenen kendisi." İlker'in bu sözlerine cevabı hiç düşünmeden verdi genç adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF ZAMANI
General Fictionİyiliğin ve Kötülüğün İç İçe Geçtiği Hayatlar. Genç Bir Kızın Kendi Hayatıyla Mücadelesi. Ölmüş Bir Adamın Büyük İntikamı. Mecburi Alınan Kararlar. Ve Aşk İçinde Oynanan Büyük Bir Oyun. ☆ ♧ ☆ 20 Ağustos 2015