Borns-past lives
Hala olayın şokundaydım.
Neden bilmiyorum. Bana kendisini hiç böyle tanıtmamıştı. Çok nazikti bana karşı, çok kibar, çok düşünceli...
Kırılgan biriymişim gibi temkinli yaklaşırdı bana, fikirlerimi önemserdi. Beraber sohbet ederdik. Ufak tartışmalarımız elbette olurdu ama oturur beni de dinleyerek haksız olduğu konuları kabullenirdi. Tatlıya bağlardık. Küfür etmezdi bana hiç, hakaret edercesine kızmazdı. Nefret ediyormuş gibi bakmazdı hiç...
Bugün çok farklıydı. Daha önce de aynı konudan bağıra çağıra kavga etmiştik ama bu şekilde kırıcı konuşmamıştı.
Sindiremiyordum söylediklerini, sindirmek istemiyordum. Belki eski ben olsam özürlerine kanardım ama bana, kendime değer vermemi öğreten kişiydi o.
Bundan dolayı adımlarımı aceleci bir tavırla kapıya doğru yönlendirmiştim. Fakat o da durmamıştı işte, sarhoş olduğu için sarsak adımlarla yanıma gelip kolumdan yakalamıştı beni. "Jimin bir dur konuşalım."
"Yok, uykun vardı zaten senin konuşmayalım." Kolumu tutuşundan kurtarsam bile bu sefer de önüme geçip her iki kolumdan tutmuştu. "Konuşalım lütfen."
Gözlerine baktım. O kadar telaşlı bir hali vardı ki, öyle pişman duruyordu ki... Bir an için üzülmek istedim ama bana söylediği cümleler aklımdan hiç çıkmadığı için içim bile acımamıştı. "Çekil önümden!"
"Hayır." Fısıldamıştı neredeyse. Ağlamamak için kendisini zor tutuyor gibiydi. Bu zamana kadar onu hiç böyle görmemiştim. "Lütfen gitme. Biliyorum, hatalıyım. Gitmek istemekte de çok haklısın ama yapma ne olur. Bir daha tekrarlanmayacak Jimin."
"Evet." Demiştim ben de. Oldukça ciddi bir tavırla konuşuyordum. "Bir daha tekrarlanmayacak çünkü ben hayatında olmayacağım. Aynı senin istediğin gibi gideceğim ve sen de benden kurtulacaksın."
"Hayır, hayır, hayır..." Panikle konuşurken kollarımda ki tutuşunu hafifletip bu sefer bedenime sarmıştı. Yine kollarının arasındaydım. Saçlarıma sürekli öpücükler kondurup duruyordu. "Lütfen önce bir konuşalım. Ben yemin ederim ki böyle bir şey olsun istemiyorum. Seni çok seviyorum."
"Sarhoşsun, git uyu."
"Çok öfkeliydim Jimin, sana değil başkalarına. Alkolün de etkisi var, tabii bahane olamaz ama... Sana yönelttim öfkemi. Yapmamam gerekiyordu biliyorum. Çok özür dilerim güzelim. Lütfen gitme. İstediğin soruları sor cevaplayacağım tüm sorularını."
"İstemiyorum artık. Merak da etmiyorum. Ben sana çok geldim Taehyung." Demiştim umursamaz bir tonda. Hala daha kollarının arasındaydım. Sıkı sıkıya sarmıştı beni. "Sen bana bir açıklamayı çok gördün. Bugün de sordum, geldiğimiz hale bak... Bunun yaşanması mı gerekiyordu sorularımın yanıtlarını almak için?"
"Çok haklısın, çok çok haklısın." Mümkünatı varmış gibi daha da sıkılaştırmıştı sarılışını. Fakat benim ellerim boşlukta öylece duruyordu. Kavgadan önce olsa, o kadar özlem doluydum ki muhtemelen ben sıkıca sarılırdım ona. Ama şimdi içimden gelmiyordu. "Ben de kendimi affedemeyeceğim bu cümleleri sana kurduğum için. Ama ne olur beni birazcık bile seviyorsan konuşalım halledelim şu meseleyi."
"Gerçekten istemiyorum." Uzaklaşmaya çalıştım ama bırakmadı. Saçlarıma burnunu daldırıp nefeslendi. Birkaç öpücük bıraktı. "Bırak beni, gitmek istiyorum."