2

2.2K 125 50
                                    

Okulu bitirip babamın emriyle kendimi askerde bulmuştum. Annem bedelli olsun diye çok dil dökmüştü ama babam için bunun lafı bile olamazdı. İki abim de askerliğini yapmış işinde gücünde insanlardı. Hâttâ büyük abim evlenmişti bile. Onun tek görevi kalmıştı o da babama bir torun vermek. Benim yolum çok uzundu onlara kıyasla. Askerliği bitirip, iş bulup üstüne bir de evlenip çocuk yapmam lazımdı. Ailede hayırlı evlat azınlığına girebilmek için bu şartlar gerekliydi.

Babam için hâlâ adamdan sayılmazdım. Okulu bitirir bitirmez beni yanına alıp abinler adam oldu sıra sende demişti. Benim hani sünnet olunca adam oluyorduk diye çıkışım konuşmayı kısa kesse de hükmüm giyilmişti o konuşmada.

Bir gün yapacağımı elbet biliyordum ben de ama en geç ne zaman olursa o zaman istiyordum. Yirmi üç yaşında değil. Babam askerlik insanı olgunlaştırıp adam eder derdi. Huyumun suyumun bir haftada değişmesini ben de beklemiyordum ama bu teori yapım gereği bana zor işlerdi. Abimlerin ikisinin de görev yerleri batı olunca bana da Sibirya'dan hallice doğu bölgesi düşmüştü. Bunun beni zorlayacağını biliyordum.

Şimdi vücudumu sıcak yataktan çıkarıp soğuğun tenime işlemesiyle hiçbir şekilde suçu günahı olmayan abimlere sövüyordum.
Daha güneş doğmamış, kuşlar bokunu yememişken çavuşun odaya dalıp hepimizi içtimaya kaldırmasıyla üzerimi olabildiğince hızlı giymeye çalışıyordum. Annemin pışpışlamalarıyla büyüdüğüm için bu duruma alışmak bir hayli zor olacaktı.

Kamuflaj montumu da üzerime geçirdiğimde hemen yanımda gözleri kapalı şekilde üstünü giymeye çalışan Deniz'i görünce güldüm.
Dün Dağhan Komutan'ın emriyle üç büroyu tek başına temizlemiş belinde oluşan muhtemel fıtık yüzünden gece uyuyamamıştı. Kolumla pantolonunu zor bela giyinirken dürttüm.

"Yakup siktir git başımdan bunlar hep senin bok yemezliğin." Bir kahkaha attım. Tam cevap vereceğim sırada diğer askerleri kendine getirmeye çalışan Fatih Komutan'ın sesinin hedefi ben olmuştum.
"Keyfin pek yerinde bakıyorum Yakup, hatırlat da yarınki tuvalet işini de sana devredelim."

"Aman diyim Komutan'ım ben almayayım."
İki elimi havaya kaldırıp salladığımda iri cüsseme tezat ufak hızlı adımlarla koğuştan çıkanların peşini tuttum. Dün merdiven inip çıkmaktan bacaklarım Naim Süleymanoğlu'nun bacaklarına dönmüştü. Hiç pis tuvalet yıkamadığım için koğuşa dönünce iki rekat şükür namazı kılıp öyle uyuyacaktım neredeyse.

Dışarı çıkıp dizilen askerlerin yanına vardığımda yerimi aldım. Yaklaşık iki dakikanın sonunda tüm koğuş toplanmış hazır olda bekliyorduk. Çevreye bakındığımda sadece bizim koğuşun olduğunu fark etmem kaşlarımı çatmama sebep oldu.
Bana dönen sert bakışlar bunun sebebinin dün yaptığımız şeyden dolayı olduğunu haykırıyordu. Bu kadar abartmamıştır diye düşünürken karşıdan gelen Dağhan Komutan'la anlamıştım.

Fatih Komutan'a duyamadığım bir şeyler söyleyip göndermişti. Koskoca askeriyenin bahçesinde bir bizim koğuş bir de celladımız kalmıştı. Dağhan Komutan ellerini arkasında bağlayıp önümüzde yürümeye başladı.
"Dün gördüm ki aranızda hâlâ buranın ciddiyetini kavrayamamış adamlar var."

Bir insanın sesi nasıl karizmatik olabilirdi aklım almıyordu. Dağhan Komutan konuşunca bir ulus sessizliğe çöküp onu dinliyormuş gibi hissediyordum. Kurduğu cümleyle utanmam gerekirken aksine bakışlarımı kara gözlerine diktim. Birinden korkmak, çekinmek hiç hoşuma gitmiyordu ama karşımdaki bu adam kımıldamadan ses çıkarmadan dursa bile diken üstünde olurmuşum gibi geliyordu.
"Buraya gelme sebebinizi kavrayamamış da olabilirsiniz, bilmiyorum."

Sıranın tam ortasında durup tüm askerleri süzerken en son gözleri benim üstümde durdu. Bakışlarım boşluğa kayarken tekrar sert sesini işittim. "Buraya gelme sebebini bilen var mı?"

itirazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin