6

1.6K 97 72
                                    

Sonunda kapının önüne geldiğimde hışımla içeri girdim. Dağhan komutan oturduğu sandalyesinden kaşları çatık bir şekilde doğrulduğunda aklıma gelen şeyle gözlerimi sıkıca yumdum. Bildiğim tüm küfürleri içimden sıralarken gözlerimi açmadan geri geri adımlayarak açık kapıdan çıktım. Uzanıp kapıyı kapattıktan sonra elimi kulpundan çekmeden iki kere tıklattım. Anlık "Acaba geri mi gitseydim belki halüsinasyon gördüğünü sanar." diye geçirsem de benim gibi bir aptal olmadığını bildiğim için yapamadım.

İçeriden ses gelmezken biraz daha bekledim. "Komutanım gireyim mi?"

İçeriden bir süre daha ses gelmezken tekrar tıklattım. "Silahına mermileri mi yerleştiriyor acaba?"
Kendi kendime mırıldanırken kapının hemen ardından sesini duydum.
"Duyuyorum."

Yaptığım rezilliklerin haddi hesabı yoktu artık. "İçeri gel asker!" Kapıyı açıp girdiğimde hemen karşımda duruyordu. Aramızda iki üç adım varken yutkundum ardından boğazımı temizleyerek söze girdim.

"Komutanım.. ben sizden özür dilemek için geldim." Çatık kaşları düzelirken bakışlarımı kaçırmamaya çalışıyordum.
"Dile."

Terleyen avuçlarımı kamuflajıma sürttüğümde kafamı salladım. Nedense böyle bir cevap beklemiyordum. Yerimden kıpırdanırken kurumuş boğazımı ıslatıp söze girdim.
"Bir daha haddim olmayan meselelere karışmayacağım. Özür dilerim."

Bir şey demeden ellerini arkada birleştirip ağır adımlarla kitaplığın yanındaki koltuğa gidip oturdu. O sırada odasını inceleme fırsatı bulmuştum. Kahverenginin fazla yoğun olduğu bir yerdi. Masasında bir sürü dosya ve  arkasını gördüğüm fotoğraf çerçevesi vardı. Duvarda Türk Bayrağı, Atatürk portresi asılıydı. Genel olarak sade ve düzenliydi.

"Şarkı söyle, o zaman özrünü kabul ederim."

Sesini duymamla bakışlarımı ona çevirdiğimde yine bir sigara yaktığını gördüm. Bu adam bu gidişle bana Dilber dansı da yaptırırdı. Sesimi beğenmiş olması gururumu okşasa da ona söylemek biraz garip hissettiriyordu.
Daha fazla bekletmemek adına aklıma gelen şeyle ikiletmeden hemen söze girdim.

"Affet beni akşam üstü, gölgem uzarken."

Yüzünde anlık gördüğüm gülümsemeyle duraklar gibi olsam da çaktırmadan devam ettim. Saniyelik bir şeydi ve yanlış görüp görmediğimi bilmiyordum.

"Öğleden sonra affet, ne zaman istersen."

Sigaradan derince bir duman çektiğinde yanakları içe gömülmüştü. Kısık gözleri yüzümü incelerken kafasını koltuğun baş kısmına yasladı. Gözleri yavaşça kapanırken dumanı dudaklarından süzülerek havaya karıştı. Şu görüntüye bir kız yüreğini bırakabilirdi.

"Affet beni gece vakti, ay doğmuş süzülürken."

Şarkıya devam ederken görmediği için ben de yüzünü inceleme şansı bulmuştum. Kirpikleri gür ama kısaydı. Bakışlarımı dudaklarına indirdiğimde bıyığın ona çok yakışabileceğini düşünmüştüm. Yüzü hep tertemizdi. Her gün tıraş olduğu belliydi.

Şarkıyı bitirdiğimde o da sigaranın sonuna gelmişti. Bir süre öyle kaldık, sonradan konuşmayacağını anlayınca ortamdaki sessizliği bozdum.

"Affettiniz mi komutanım?"

Gözlerini aralayıp gözlerimle buluşturdu. "Affettim."

Yüzümde istemsizce bir gülümseme oluşurken bakışları dudaklarıma kaymıştı. Oradadan da çeneme.
Hâlâ çenem ağrıyordu morluk yüzünden. O an.. "Sen de özür dile lan!" diye atılasım gelmişti.

Bunu tezkeremi alınca yapacaktım.

"Kapıdan çıkınca sağ koridordaki ilk kapı.." Yerinden kalkıp masasına ilerledi.
"Kapının karşısındaki masa senin." Dikkatlice dinlerken eline aldığı dosyaların kapağını açıp bazılarını önüne bazılarını ise eski yerine fırlatıyordu. "Bilgisayar, yazıcı ihtiyacın olabilecek her şey mevcut. Seninle birlikte iki kişi daha görevli olacak orada." Eline aldığı üç dosyayı getirip uzattı. Anında alırken elini çekip kamuflaj pantolonunun cebine koydu.
"İşini düzgün yap. Bir hatanı daha görürsem affetmem."

"Emredersiniz komutanım!" Verdiği dosyaların kopyasını çıkaracağımı öğrendiğimde selam verip odadan çıktım. Yanımda iki kişinin daha olacağını öğrenmem rahatlamama sebep olmuştu. Anlamadığım kısımda onlardan yardım alırdım.

Tarif ettiği odaya geldiğimde içeride üç masanın olduğunu gördüm. Masalarda birer bilgisayar kağıtlar boş dosya ciltleri kalemler falan vardı. Burada önceden çalışan kişinin ne kadar dağınık olduğu belliydi. Aynı benim gibiymiş.

Odayı incelemem bitince iki masada harıl harıl çalışan diğer askerleri gördüm. Kafa selamı verip yerime oturacakken geri geri adımladım. Elimdeki dosyaları benim masanın karşısındaki masaya koyduğumda askerin bakışları beni buldu. Bunu seçmiştim çünkü gözlüklüydü. İnekti nihayetinde.

Elleri hâlâ klavyedeyken konuşmaya başladım. "Devrem, Dağhan komutan bunları kopyalaman için sana gönderdi." Kaşları çatılırken ellerini klavyeden çekti. "İyide ben Yusuf yüzbaşının yazıcısıyım, niye bana gönderdi ki?"
Ellerimi cebime koyup gözlerimi kaçırdım.

"Revire tıbbi koliler gelmiş. Taşımak için Dağhan  komutan beni gönderdi, bunları da sen yapacakmışsın işte acilmiş." Gözlerim odayı turlarken anında uydurduğum yalanın mükemmelliğiyle sonra övünecektim.

"İstersen kolilere sen git, bunları ben yaparım fark etmez."

Ona döndüğümde hızla masanın ucuna koyduğum dosyaları alıp önüne çekti.
"Tamam hallederim ben, sen git."
Yüzümdeki sinsi gülümsemeyle kapıya doğru adımladım. Çıkmadan önce omzunu sıkıp, "Eyvallah, kolay gelsin." demeyi ihmal etmemiştim.

Revir bir kat üstteydi. Hızlı adımlarla merdiveni çıktığımda aynı hızla revirin kapısının önünde bitmiştim. Açık kapıdan içeri girdiğimde yan taraftaki masada oturan Yaren hemşireyi ve ona fazla yakın duran Deniz'i görmemle olduğum yerde kaldım.

Sadece önündeki ilaçları göstererek bir şeyler anlatıyordu o da yakından bakmak için eğilmiş gibiydi. Ben niye elindeki çiçekle, Cemre'yle Güney'i öpüşürken görmüş Kuzey gibi hissediyordum.

Yumruğumu dudaklarıma götürüp odaya kuru öksürük sesimi bırakınca bakışları bana dönmüştü. Deniz yavşak bir şekilde gülüp kapıya doğru ilerledi hemen. "Ben bir binayı dolaşayım bakayım hasta falan var mıymış." Adeta süzülerek dışarı çıktığında kapıyı kapattı. Orada nöbet tutacağını bilmemin rahatlığıyla ben de yüzündeki gülümsemeyle bizi izleyen Yaren'e doğru ilerledim.

Elim koltuğun baş kısmını kavrarken diğer kolumu masaya yaslayıp eğildim. "Bana da anlatsana lazım olur."

Sesli güldüğünde bakışlarım dudaklarına kaydı bu sefer. Kafasını önüne çevirip eline bir ilaç kutusu aldığında saçları yüzüme sürtünmüştü.

Yoğun şampuan kokusu burnuma dolarken o bir şeyler anlatmaya başlamıştı çoktan. "Dozajı yüksek bir ateş düşürücü bu. Sadece ateşi kırk üstüne çıkmış ya da.."

"Bana versene o zaman bir tane. Şu an ihtiyacım var gibi."

Fısıltı gibi çıkan sesimle kafasını bana çevirdi. Dudaklarındaki gülümseme bir an olsun silinmiyordu. "Ateşin mi var?"
Kafamı sallayıp göz kırptım.
"Bilmem var mı sence? Doktor olan sensin." Gözleri yüzümü turlarken, "Hemşire." diye düzeltti.

Gözle görülür testosteron bulutunu içeri davar gibi dalan Deniz dağıtmıştı. Anında birkaç adım geri çekilirken Deniz'in girerken fazla yüksek sesle söylediği şeyi yeni kavramıştım. "Gel kardeşim gel, taşıdık tabi kolileri."

Kaş göz işareti yaparken görüş alanıma giren gözlüklüyle yutkundum.

"Dağhan komutan seni çağırıyor."

"Bir hatanı daha.."

Sesi kulaklarımda yankılanırken revirden ayrıldık.

"Bir hatanı daha görürsem affetmem."

Bunu söyleyeli ne kadar olmuştu?

itirazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin