22

1K 76 26
                                    

bölüm şarkısı; sezen aksu kavaklar

Dağhan komutanın emriyle askeriyeye gelir gelmez Emre komutanın odasına çıktım. Kapının önünde söyleyeceklerimi kafamda toparlarken bir yanlış yapmaktan korkuyordum.
Kapıyı çalıp içeriden sesini duyduğumda açıp içeri girdim.

Masanın önünde kalçasını masaya yaslamış elindeki kitabı okuyordu. Kafasını kaldırıp göz göze geldiğimizde yüzünde bir gülümseme peydah olurken sakin kalmaya çalıştım. Kitabı kapatıp masaya koyduğunda ellerini cebine sokup masadan kalktı.

"Dediğini yaptım."

"Komutanın olmaktan men edildim herhalde?"

Alaya alır gibi güldüğünde dişlerimi sıktım. Sevdiğim adamın canını yakmaya çalışan biri kim olursa olsun saygı duymazdım. Mesleği gereği karşı olmasına pek bir şey denemezdi ama onun meselesi şahsiydi. Amacı düzeni korumak değil bunu maşa olarak kullanmaktı.

Birkaç adımda önüme gelirken bakışlarımı yüzünden çektim. Suratına bakmak bile canımı sıkıyordu. Cevap vermedim, sessiz kaldım.

"Komutanın olarak görmediğin için mi yalan söyleme cesaretinde bulunuyorsun?"

Gece uyuyamamaktan ve sinirden kızarmış gözlerimi suratına diktim. Sadece emin olmak için tepkilerime bakıyor diye düşünürken kendimden emin şekilde cevap vermeye çalıştım.

"Yalan söyleyip söylemediğimi bundan sonra ki günlerde görürsün."

Dağhan komutan bu olayı çözene kadar uzak kalmamızı, en azından öyle görünmemiz gerektiğini söylemişti.

Suratındaki ifade değişmezken dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. "Mantıklı ama yine de inanmadım, neyse ki sizin için başka planlarım da var."

"Bizimle derdin ne?"

İçimdeki sinir ve merak duygusu dışa vururken cevap vermeyeceğini düşünsem bile sormak istemiştim.

"Sizinle değil, komutanın olan o adamla meselem."

Tek elimle yakasını kavrarken sonrasını düşünemeyecek kadar sinirliydim.

"Öyle mi? Onunla derdin ne o zaman?"

Dişlerimi sıkarak konuşurken suratını dağıtmamak  için zor duruyordum.

"O adamın neler yaptığını, nasıl bir adam olduğunu bilseydin yakasına yapıştığın kişi o olurdu." Ellerimi yakasından kurtardığında yüzündeki keyifli ifade de kaybolmuştu.

"Anlat lan o zaman!" Sabrımın sonuna gelirken tek eliyle göğsümden itti. "Yürü, göstereyim sana. Sonunda öğreneceğini baştan öğren." Kaşlarım çatılırken o çoktan kapıyı açıp çıkmıştı. Dağhan komutan onu dinleyip peşinden gittiğim için kızabilirdi ama umrumda değildi.

Arabasına binip iki saate yakın bir yol çekerken tek kelime etmemiştik. Telefonum yanımda olsaydı Dağhan komutana haber verebilirdim ama karargahta kalmıştı. Bir mezarlığa geldiğimizde arabayı kenara çekti.

Yüzüme bakmadan arabadan indiğinde ben de indim. Mezarlıkların arasında ilerlerken takip ettim. Sonunda bir mezarın önünde  durduğunda mezar taşının tersinde durduğum için yanına ilerleyip baktım. Mezar taşında Kıraç Yılmaz yazıyordu.

Yüzümdeki şaşkınlık ifadesini saklamadan Emre'ye baktığımda acı dolu bir yüz ifadesiyle mezarı izlediğini gördüm. Mezar taşına ilerleyip yanına otururken isminin yazdığı kısmı öpüp alnını mezar taşına yasladı.

Aklım allak bullak olmuştu. Ne oluyordu ve neyin içindeydim kavrayamıyordum.

"Burada, bu toprağın altında senin olmanı öyle çok isterdim ki Yakup. Bunun farkında olsaydın benden gerçekten korkmaya başladın."

Buz gibi soğuk sesini duyduğumda yutkundum.

"Benim çektiğim acıyı Dağhan'ın çekmesi için kendimi harcayabilirim."

Bana döndüğünde yerinden kalkıp yanıma adımladı. Dolu gözleri ve kasılan çenesiyle her an kendini kaybetmeye hazır duruyordu.

"Onun seni sevdiğinden daha çok seviyordum ben bu çocuğu!"

Bağırarak burnumun dibine kadar girerken hareket edemedim. Böyle bir şey nasıl olabilirdi aklım almıyordu.

"Kaç defa ölümün elinden aldım ben Kıraç'ı haberin var mı? O Dağhan komutanın bu çocuğun hayatını karartıp gününü gün ederken ben onu hayatta tutmak için varımı yoğumu verdim!"

"Kazaymış."

Dudaklarımdan zorla dökülen tek kelime onu çileden çıkarmış gibi gülerek elleriyle başını sarıp geriye adımladı.

"Kaza öyle mi? O aşağılık adam niye ameliyat masasında kaldığını söyledi mi sana? Doktor hastaneye bu kadar geç getirilmeseydi ayağa kalkmak için bir şansı olabilirdi dedi. Ben her gece bu cümleyi hatırlayarak o şerefsizden daha fazla nefret ettim."

İçimden de yalan söylediğini tekrar ederken kafamı salladım. Dediğine inanmazdım.

"Ve en kötüsü de ne biliyor musun? Balistik raporunda silahın karşıdan ateş edildiği yazıyor. Onu vuran da sandalyeye bağımlı kılan da o herifti."

Bu kadarı fazlaydı, buna inanamazdım. Dolan gözlerimi es geçerek Dağhan komutana inanan tarafımı diri tutmaya çalıştım.

"Sana inanacağımı mı düşünüyorsun?"

Parmaklarını kısa saçlarına geçirerek beklememi söyleyip mezarlığın kapısına doğru ilerledi. İnanmayacaktım, ne söylerse söylesin ben Dağhan komutanın böyle biri olmadığından emindim.

Elinde pembe kapaklı bir dosyayla dönerken yutkundum. Doğru çıkma ihtimali öylesine canımı yakıyordu ki, elim kolum bağlanmıştı.
Dosyayı titreyen eliyle uzattığında korkarak alıp kapağını açtım.

"Hastane raporu bu. İyi oku Yakup. O cümleleri  benim ezberlediğim gibi ezberle."

Dosyaya suratımdan süzülen bir damla yaş damlayınca kapağını kapatıp mezara bıraktım. Gözlerim mezar taşında takılı kalmışken karşıdan gelen Dağhan komutanı ilk defa, görmek bu kadar zor gelmişti.

umarım bu da saçmaladı amk demiyorsunuzdur çünkü akışı değiştirmedim başından beri durum böyleydi 

itirazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin