Terimle koyulaşmış yeşil tişörtümü yakasından tutup kafamdan çıkardım. Üç kilometre rahat koştuğumuza emindim. Şuraya geldiğim Allah'ın her günü soğuktan donarken bugün, koşu olduğu gün havanın gavur amına dönüşmesine hayret etmiştim. Özellikle mi ayarlamışlardı bunu?
Üst bedenim çıplak şekilde kendimi Feriha gibi çimenlere attım. Dalağımın şişmekle kalmayıp patladığını hissediyordum. Çevreme benimle birlikte bana söve söve yığılan Tolga, Cengo ve Deniz'i kapalı gözlerimin ardından görebiliyordum.
"Ağzına sıçtığımın Ender'i nasıl yırttı ama?"
"Oğlum onu bunu bırak da sen.. Ulan it! Neden normal bir hızla koşmuyorsun sen. Götüne barut döküp fitil sokarak ateşlediler mi amına koyayım?"
Genelde çok küfüre başvurmayan Tolga Cengo'nun lafını bölüp bana saydırırken kollarımı kafamın altına alıp daha rahat bir pozisyona geçerek sırıttım. İki buçuk kilometreye yakın Aytekin gerçek anlamda bayılınca Ender onu revire götürmüştü. Diğerleri hocam Aytekin ağlıyor tuvalete gidebilir miyiz diyerek dersten yırttı sanıyorlardı ama ben Ender'in yüzündeki endişeye bire bir şahit olmuştum.
Tabanlarımı götüme vura vura koşmamın sebebi de parkurun ortasında dikilip beni izleyen Dağhan komutandı. Yanında iki subay daha vardı. Onlar bugün yeni gelmişti. Burada kalıp kalmayacaklarını bilmiyorduk ama ikisini de sevmemiştim.
Dağhan komutanla birlikte uyuduğumuz günden sonra her şey daha güzel ilerledi. O gece ikimiz de itiraf etmesek bile bir şeyleri itiraf etmiştik. Bir şeyler dediğim benim komutanıma abayı yakmamdı bayağı. Geleli bir hafta olmuştu ve başlarda gülmeyi bilmediğini düşündüğüm adamın sürekli gülüşünü yakalamak içimin erimesine sebep oluyordu. Artık tamamen durumu kabullenmiştim.
Bir şey demeden sessizce yatakları birleştirmiş beni kollarının arasına alıp sıkıca sararak uykuya dalmıştı. Bir ara uyuklar gibi olsam da yüreğimin gürültüsünden sabaha kadar uyuyamamıştım. Sabah olunca hiçbir şey demeden sadece saçlarımın arasından öpüp kalkmıştı yerinden. Sonra da bir şey olmamış gibi konuşmaları olabildiğince az tutarak takılmıştık.
Bugün de beş kilometrelik tam teçhizatlı koşudan önce yaptığımız son koşuydu. Dağhan komutan beni öncü yapıp bir marş söylememi istediğinde beni izlediği için yapabileceğimin en iyisini yapmıştım. Bu da belamızı sikmişti nihayetinde.
Göğsümü yere attığım tişörtü alıp silerken Dağhan komutanın sert sesi kulaklarıma doldu.
"Toplanın!"
Kaşlarını çatmış kasılan çenesiyle bizim tarafa bakarken ne olduğunu anlamamıştım. Hemen tişörtümü üstüme geçirip zor bela yerinden kalkıp giden arkadaşlarımın peşini tuttum.
Üç koğuş olmak üzere yüz elliye yakın asker toplandığında Dağhan komutanın yeri göğü inleten sesi yankılandı.
"YÜRÜYÜŞ KARARI SAYILACAK. İLERİ MARŞ!"
Gözüme gözüme giren güneşi umursamamaya çalışarak nefesimi topladım. "Rap rap rap" diye ritim tutmaya başladık yeniden.
"SOL SAĞ!"
"Bir iki.."
"BİR İKİ!"
"Üç dört.."
Dağhan komutanın sesi adeta bizim ses seviyemizi aşarken senkronizenin bozulmaması için de tüm odağımı kilitlemişken bir taraftan da birinin arıza çıkarmamasını diliyordum. Yoksa baştan başlayacaktık.
"SOL! SOL! SOL!"
Karşımızda duran iki subay ve ağzında düdükle ritimi bozmamamızı sağlayan çavuş vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
itiraz
General FictionSıkı kurallara ve iyi bir disipline sahip olan Komutan'ın, kurallarına karşı gelerek düzenini işgal eden askerin hikayesi. * Gerçekte kurguda bulunan bazı sahnelerin söz konusu bile olmayacağını bilerek yazdım. Tsk ile başımız derde girmesin.