5. BÖLÜM: ZİHNİMDEKİ MELODİ

4 1 0
                                    

*Half a Man – Dean Lewis*

Zihnimde hiç susmayan bir melodi var. Bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını biliyorum ama ne olduğunu anlayamıyorum. Ona odaklanamıyorum. Notalar hiçbir şey ifade etmiyor.

Austin, sessizce ağacın dibinde oturuyordu ve birbirimizle konuşmuyorduk. Sol bileğim kaşındı ve bir sembol belireceğinin işareti olan kızarık bir leke gözüme çarptı. . Bu belirsizlik içinde uykusuzdum ve bedenim de ruhum ve zihnim kadar yorgundu. Milan Anderson artık iki farklı kişiden oluşuyordu: William'dan önceki ve ondan sonraki Milan Anderson...

Bugün Cieller hakkında bir araştırma yapmıştım. Dillere destan olan, asırlar öncesine dayanan husumetimizi öğrenmiştim. Nükleer silahımızla ise Austin ilgileniyordu. Açıkçası bu silahı bizi oyalamak için yaptırdıklarından emindim.

Küslüğümüz ne kadar sürecekti bilmiyordum. Her şey saçma ve... Bir dakika! Buldum! Austin'le aramızı düzeltmenin yolunu. Küçükken birbirimize verdiğimiz bir söz vardı. İhtiyacımız olduğunda ama konuşmaya cesaretimiz olmadığında işaret parmağımızın ucunu keserek kanımızı karşımızdakinin avucuna damlatacaktık. Çılgınca gelebilir ama denemekten zarar gelmezdi. Etrafa bakındım ve bir dal parçasını parmağıma sapladım. Parmağımı sıkarak kanın daha fazla akmasını sağladım. Austin'in yanına gittim. Kanımı avuç içine damlattım ve o, bana şaşkın bakışlarla baktı.

"Sen tam bir aptalsın, Austin." Dedim.

"Biliyorum, Milan. Ben tam bir aptalım." Diye cevap verdi. Gülümsedik ve ayağa kalktı. Birbirimize sarıldık.

"Zaman geldi, Milan. Silahı Merkez'e götürme ve diğerlerine katılma zamanı geldi. Beklenmedik şeyler olacak. Hazır ol."

"Ama silahı Yöneticilere zarar vermeden nasıl götüreceğimizi henüz ayarlamadık."

"Bu imkânsız, Milan. Gereken her şeyi yaptık ama olmadı. Silahı yok edecekler ve biz normal yoldan savaşacağız." Boşuna uğraşmıştık. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. Bilmediğim şeyler olduğuna yemin edebilirdim.

"Savaş bittiğinde evimize döneceğimizi düşünüyordum."

"Ben de öyle düşünmüştüm. Ama emirlere itaat etmeliyiz." Emirlere itaat etmek. Buradaki herkes, bizi kölesi sanıyordu. Bir şeyler söylüyorlardı ve biz de bize söylenilen her şeye boyun eğiyorduk. Bu düzeni bozacaktım. Kendime söz verdim. Eğer bir gün diğerlerinden üstün olursan, herkesi eşit kılacaksın, diye.

"Peki, hadi o zaman. Evimize dönelim." Austin omzumu sıvazladı ve kolunu uzattı. Bir yıldız daha çizdim. Merkez'e ışınlandık.

Kuzey'de kimse yaşamazdı. Şimdiye kadar saklanmıştık. Ancak zaman, savaş zamanıydı. Düşman kanı kokusunu özlemiştim.

Merkez'e ışınlandığımızda Kurucu karşımızda belirdi ve yanında William vardı. Onları görmezden gelmek, şu an yapabileceğim en mantıklı hareketti. Arkamı dönüp hızla odama gittim. Kurucu arkamdan "Milan Anderson!" diye bağırdı ama William'ın yüzünü görmek istemiyordum. Onu duymazdan geldim ve kapımı sertçe kapattım. Henüz bir dakika bile olmamıştı ki kapı çalındı.

"Her kimsen defol git!" dedim ama gitmedi ve kapıyı açtı. İçeri giren Megan'dı, oldukça tedirgin görünüyordu.

"Buraya geliyorlar, Milan. Cieller..." Buraya geliyorlar...

"Nasıl gelebiliyorlar Megan? Kapıların kilit sistemi yok mu?"

"Bu, bir işe yaramaz Milan. Artık kaçamayız ya da saklanamayız." Başımla onu onayladım.

Koridora çıktım. Herkes oradaydı. Kurucu bana doğru bir adım attı. "Seni görmek için geliyorlar, Milan. En önde mi durmak istersin, en arkada mı?"

"Herkes geri çekilsin. Sen de dâhil, William." Sesim netti. Kendimden emindim.

"Ama Mila-"

"Sana dedim! Hemen!" diye bağırdım ve William itaat etti. Etrafta buğulu bir ses vardı. Başımı eğdim, şakaklarımı ovaladım ve kendimden emin bir duruş sergilemeye çalıştım. Adımlar yaklaştı. Yaklaştı ve geldiler. Annem ve babamla. Aynıydılar, yaşanmışlıkların izleri ve yaşlı yüzleriyle.

"Görmeyeli oldukça büyümüşsün, tatlım," dedi annem. Sempatik görünmeye çalışıyor olsa da korktuğu her halinden belliydi.

"Malum, aradan bir hayli zaman geçti Bayan Anderson." Yüzü düştüğünde konuşmaya devam ettim. "Ne oldu? Sanırım biraz şaşırdın. Sana anne dememi bekliyordun, değil mi? Ama onu beni terk etmeden önce düşünmeliydin. Oyunu kazanmak için çabalamak yerine önce kızını bırakma ve bir anne gibi davran." Derin bir nefes alıp duruşumu daha da dikleştirdim.

Devam ettim. "Cielo'nun Kurucuları olmuşsunuz. Bunun için mi terk ettiniz beni? Kariyer için. Beni hiç düşündünüz mü? Benim ne kadar acı çektiğimi düşündünüz mü? Düşünmediniz." Babam ağzını açtı ama konuşmasına izin vermedim. "Biliyorsunuz, kızınız intikam almayı sever. Bunu ona siz öğrettiniz." Yanlarından geçerek arkalarında durdum. Eğilip kulaklarına fısıldadım. "Sizden özür dilemeyeceğim. Bunun için şimdiden özür dilerim..."

İkisinin boynunu kırdım. Üç yüz altmış bir. Diğer Cieller saldırmaya kalkıştı ama hepsi kısa bir sürenin ardından yere yığıldı. Yerde yatan cesetlere baktım. Onlar, benim için sadece cesetti artık. Bir anlamları yoktu. Kardeşimi öldürdüklerinde gözlerini kırpmamışlardı. Onların yasını tutmayacaktım. İçimde bir şeyler kıpır kıpırdı. Nutkum tutulmuş gibiydi. Öldürmeyi sevmiyordum. Ama bazı anlar gelir ve ne yaptığınızı bilemezsiniz. Bu da öyle anlardan biriydi. Gözlerimi kapattım ve melodi tekrardan zihnimde çalmaya başladı.

ALIENTOWhere stories live. Discover now