18. BÖLÜM: SAVAŞ HAZIRLIKLARI

2 1 0
                                    

*Drink Up Me Hearties Yo Ho – Hans Zimmer*

Zeus, şimşeklerini hazırlarken, Poseidon denizlerin derinliklerinden yükselen dalgalarını kontrol ediyordu. Apollon, güneşin ışığını düşmanlarımızın gözlerini kamaştırmak için kullanıyordu. Artemis, yayını gerip, oklarını hedeflerine doğrultuyordu. Ares, savaş meydanında kılıcını savururken, Hestia'nın huzur veren varlığı arka planda bir denge oluşturuyordu.

Hera, güçlü ve etkileyici varlığıyla savaş meydanını izliyordu. Evlilik ve doğumun koruyucusu olarak, savaşın ortasında bile umut ve sevgi mesajları yayıyordu.

Demeter, toprağı yeşertip düşmanlarımızın adımlarını engelliyordu.

Kratos, dayanıklılık ve gücün simgesi olarak, en zor anlarda bile cesaret veriyordu.

Amphitrite, denizlerin kraliçesi olarak, düşmanlarımızın denizden gelecek saldırılarını püskürtüyordu.

Asteria, yıldızların titan tanrıçası, gökyüzünden düşen yıldızları kullanarak düşmanlarımızı şaşkına çeviriyordu. Her bir tanrı ve tanrıça, kendi gücü ve yetenekleriyle bu savaşa katkıda bulunuyordu.

Düşmanlarımız da hafife alınacak kişiler değildi. Ancak biz, sayı ve güç bakımından üstün olan taraftık. Her bir tanrı ve tanrıça, bir diğerini tamamlıyor, güçlerimizi birleştirerek düşmanlarımızı alt etmeye hazırlanıyorduk.

Savaş meydanı, tanrıların ve tanrıçaların güç gösterilerine sahne olacaktı. Şimşekler, dalgalar, güneş ışıkları, oklar, kılıçlar... Her biri bu büyük çatışmanın bir parçasıydı. Toprak titrerken, denizler kabarırken, gökyüzü yıldızlarla aydınlanırken, bizler savaşın ortasında kaderimizi yazacaktık.

Bu savaşın sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda bir irade savaşı olduğunu biliyorduk. Güçlerimizi birleştirip, düşmanlarımızı alt edebilmek için inancımızı ve kararlılığımızı korumalıydık. Her birimizin, kendi içindeki güce inanması gerekiyordu.

Savaşın başlangıcı yaklaştıkça, kalbimdeki heyecan ve endişe karışımı artıyordu. Bu savaşın sonucunu kestirmek zordu. Ancak, ne olursa olsun, bizler sonuna kadar savaşacak ve asla pes etmeyecektik. Birlikte, düşmanlarımızı alt edip, zaferi elde edecektik.

Savaşın başlamasıyla birlikte, meydan tam bir kargaşa alanına döndü. Şimşekler çakıyor, dalgalar yükseliyor, oklar yağmur gibi yağıyordu. Ares'in savaş çığlıkları, Hades'in karanlık gücü, Artemis'in ölümcül atışları... Her birimiz, kendi gücümüzle savaşıyorduk.

Zeus, şimşeklerini düşmanların üzerine savururken, Poseidon dalgalarıyla onları boğuyordu. Apollon, güneşin ışığını düşmanlarımızın gözlerine doğrultarak onları kör ediyordu. Artemis, oklarını düşmanlarımızın kalplerine saplıyordu. Ares, savaş meydanında kana susamış bir şekilde düşmanlarımızı parçalıyor, Hestia'nın huzur veren varlığı ise bizlere moral veriyordu.

Hera, güçlü ve etkileyici varlığıyla savaş meydanını izliyor, Demeter, toprağı yeşertip düşmanlarımızın adımlarını engelliyordu. Kratos, dayanıklılık ve gücün simgesi olarak, en zor anlarda bile cesaret veriyordu. Amphitrite, denizlerin kraliçesi olarak, düşmanlarımızın denizden gelecek saldırılarını püskürtüyordu. Asteria, gökyüzünden düşen yıldızları kullanarak düşmanlarımızı şaşkına çeviriyordu.

Henry ve diğer Ciel Tanrıçasının müttefikleri ise güçlerini bir araya getirerek bize karşı direniyordu. Athena, stratejik dehasıyla savaş meydanını yönlendiriyor, Hephaestus, silah ve zırhlarıyla düşmanlarımızı donatıyordu. Hermes, hızı ve kurnazlığıyla aniden ortaya çıkıp kayboluyordu. Vidar, sessizliği ve intikam arzusu ile düşmanlarımızı güçlendiriyordu. Dionysos, şarabın ve bitkilerin gücüyle düşmanlarımızı manipüle ediyordu.

Savaşın ortasında, bir anda her şey durdu. Zaman sanki donmuş gibiydi. Tüm gözler, gökyüzüne doğru çevrildi. Yıldızların titan tanrıçası Asteria, gökyüzünde parlayan bir yıldız gibi beliriyordu. Onun ışıltısı, savaş meydanını aydınlatıyor, düşmanlarımızı büyülüyordu.

Bu an, savaşın dönüm noktasıydı. Asteria'nın gücü, düşmanlarımızı alt etmeye yetti. Vidar'ın sessizliği ve intikam arzusu bile Asteria'nın yıldızlarının ışıltısı karşısında etkisiz kalıyordu. Her birimiz, Asteria'nın gücüne hayranlıkla bakıyorduk.

Savaşın sonuna yaklaştıkça, düşmanlarımızın direnci kırılıyordu. Henry ve Ciel Tanrıçasının diğer müttefikleri, güçlerini kaybediyor, geri çekilmek zorunda kalıyordu. Zafer, artık bizimdi.

Savaş sona erdiğinde, savaş meydanı sessizliğe büründü. Her birimiz, zaferin tadını çıkarıyorduk. Bu savaş, sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda bir irade savaşıydı. Bizler, inancımızı ve kararlılığımızı koruyarak, düşmanlarımızı alt etmeyi başarmıştık.

Bu zafer, sadece bizlerin değil, aynı zamanda iyiliğin ve adaletin de zaferiydi. Her birimiz, bu zaferin bir parçası olmaktan gurur duyuyorduk. Savaşın sonunda, birlikteliğimizin ve inancımızın gücünü bir kez daha görmüştük.

Birlikte, zorlukları aşmış ve zaferi elde etmiştik. Bu zafer, sadece bizim değil, aynı zamanda tüm kâinatın zaferiydi. Ve bizler, bu zaferi gezegeni uğruna ölen yoldaşlarımıza armağan edecektik.

ALIENTOWhere stories live. Discover now