10. BÖLÜM: YARALI ÇİÇEK

2 1 0
                                    

*Slip Away – Ruelle*

Hayat, sizi bir yerden iyileştirirken diğer yerden de kanatmayı severdi. Tam geçti, bitti derdiniz, başka bir tokat savururdu yüzünüze. Henüz kabuk tutmaya bile fırsat bulamayan yaralarınıza bir yenisi eklenirdi. Kanar, kanar ve en sonunda ölürdünüz.

Ben yeterince kanamamıştım henüz. Ama günü gelecekti, ölümü tadacaktım. Günü gelecekti ve hiç beklenmeyen ölümler olacaktı burada.

Tanrıça gelmişti. Haberi önceden salınan savaş başlayacaktı artık. Hepimiz kan dökecektik.

WILLIAM'IN ANLATIMIYLA:

Ardı arkası kesilmeyen fısıltılar sonunda dinmişti. Kalbimdeki sızı ise bir türlü geçmek bilmiyordu. Kalabalıkların arasından sıyrılarak ve dikkat çekmemeye çalışarak odama doğru yürümeye başladım. Zar zor ulaştığım odanın kapısını açmak benim için çok yorucuydu. Kendimi kapının yanındaki koltuğa attım.

Nefes al, nefes ver, nefes al, nefes ver...

Nefes almak daha da güç gelmeye başladığı sırada yapacak başka bir şeyimin olmadığını fark edip Milan'ın zihnine fısıldadım. Durumun bu kadar kötü olmasaydı onu asla çağırmazdım. O, yıllar sonra annesine kavuşmuşken bu güzel anını bölmezdim. Bencil biri olduğum kesinlikle söylenemezdi.

"Milan... Ben çok... Kötüyüm..." Kesik kesik çıkan sesimi ben bile tanıyamıyordum.

"He-hemen geliyorum. Sakin kalmaya çalış." Sakin kalmaya çalış diyen oydu ama sakin olması gereken de oydu. Sesindeki korkuyu çok net duyabilirdiniz. Hışımla açık kapıdan içeri daldı. Nefes nefeseydi. Yanıma oturdu ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"İyi misin? Neyin var?" Kelimeler ağzında yuvarlanıyor, zor konuşuyordu.

"Sarıl bana." Belki saçma bulacaksınız ama benim en etkili ilacım onun bana sarılmasıydı.

Düşünmeden söylediğimi yaptı. Kokusunu doyana kadar içime çektim. Her bir hücremi onun kokusuyla doldurdum. Kalp ritimlerim düzene girmeye, nefes alışlarım kolaylaşmaya başladı. Milan Anderson benim şifamdı. Milan Anderson benim bu hayatta başıma gelen en güzel istisnamdı.

Kapının sertçe kapanmasıyla ikimizde geri çekildik. Kapı kilitlendi. Karşımızda duran kişi... Cordelia Deborah'tı. Kurucuya yardım için geldiği söylenilse de onun bir hain olduğunu her zaman düşünmüştüm. Zaman kaybetmek istemediği belli olan bir hızda konuşmaya başladı.

"Sevgi pıtırcıkları da buradaymış." Sesi yeterince ukala bir biçimde çıkıyordu. Milan ayağa kalkmaya çalıştığı sırada onu geri itti. "Hayır hayır. Tatlı kız. Bana zarar veremezsin. Ciel Tanrıçası beni koruyor."

"Tanrıçanı da seni de-" Milan tam küfredeceği sırada elimle ağzını kapatarak onu durdum. Sakin kalmamız lazımdı. Zaten yeterince kafayı sıyırmış olan Cordelia'yı kışkırtmak istemezdim.

Bakışları tiksinti doluydu. Konuşmaya devam etti.

"Şimdi küçük şeyler, sizinle birini ziyaret edeceğiz." Kimden bahsettiği hakkında herhangi bir fikrim yoktu.

"Seninle geleceğimizi mi sanıyorsun yani?" Milan küçümseyici ve histerik bir kahkaha attı.

"Sanmıyorum, hayatım. Öyle olacak." Parmağını şıklattı ve etraf zifiri karanlığa büründü.

Gözlerimi açtığımda eskimiş duvarların oluşturduğu, meşalelerle aydınlatılan bir zindanda olduğumuzu fark ettim. Milan benden önce uyanmıştı. İkimiz de birbirimize uzak bir şekilde, büyülü kelepçelerle sandalyelere bağlanmıştık. Milan'ın burnu kanıyordu ve yüzünde derin bir kesik vardı.

"Prensimiz sonunda uyandı." Bunu söyleyen Cehennem Bekçisi Michelle'ydi. Davet gecesine gönderme yapıyordu. Bir şeyler homurdanmaya başladı bana doğru yaklaşırken ve daha sonra elindeki mızrağı tam kalbime sapladı.

MİLAN'IN ANLATIMIYLA:

İşte o, bardağı taşıran son damla oldu. Boğazım yırtılana kadar çığlık attım ve kelepçeyi nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde kırıverdim. Sandalyeden kalktığımda gözümün döndüğünü hissedebiliyordum. Michelle ve bizden başka kimse yoktu zindanda. Michelle'ye yaklaşırken bir yandan da William'a yardım göndermesi için Megan'a sinyal gönderdim. Daha sonra cebimden çıkardığım demir çubuğu Michelle'nin gözlerine sapladım. Zevkle. Benim fantezim de buydu işte. İki gözünden fışkıran kan, geceliğimin üzerinde izler bırakıyordu. Görüntüsü korkunçtu. Kan kokusu her yeri sarıyordu. Umurumda değildi. Michelle'yi yere yatırıp ellerini ve ayaklarını zemine kelepçeledim. Elimde beliren neşter, tam da yapmak istediğim şeye uygundu. Sol göğsünden, kalbinin olduğu yerden başlayarak derisini yüzdüm. Her bir milimini. Tatmin edilemez bir zevk veriyordu bana. Gözü dönmüş bir ruh hastası gibiydim. Derisini yüzdüm ve yüzdükçe cehenneme daha da yaklaştım. Başımı kaldırıp William'a baktım.

"Ayaklarını yukarı kaldır, kanı sana bulaşsın istemiyorum," Yüzü solgundu. "Gelecekler sevgilim, az kaldı, dayan." Michelle'nin derisini tamamen yüzdüğümde zorla kaldırıp kenara doğru attım ve üzerine en yakınımdaki meşaleyi fırlattım. Yanık deri, kan, ter ve ceset kokusu her yeri sarmıştı. Etraf kan gölünden farksızdı. Michelle çoktan ölmüştü. Vücudundaki tüm kan boşalmıştı. Alevler her yeri aydınlatıyordu. William'ın yanına doğru gittim. Hâlâ gelememişlerdi. Kendi başımıza çıkamazdık. Zindanın kapısı kilitliydi. Dışarıdan birinin bunu açması gerekiyordu. Geceliğimin laciverti koyu kırmızı, ıslak bir hâl almıştı.

"Yapmamalıydın." Dedi William.

"Hak etmişti." Dedim. Derin bir nefes verdim kasvetli ve rutubet kokan zindana. Dışarıda hareketlenmeler vardı. Kapı açıldı ve içeri girdiler. Cedric'in suratı yerde yatan Michele'i görünce bembeyaz kesildi. Anlaşılan benden böyle bir şey beklemiyordu. Ona göz kırptım. Ve eserime son bir bakış attıktan sonra diğerlerini takip ederek zindandan çıktım.

William'ı Merkez'in hastane bölümüne yatırmışlardı. Keşke o an Michelle'ye işkence edeceğime William'ın kanamasını durdurmaya çalışsaydım. Fakat gözüm döndüğü zaman düşünme yetimi kaybediyordum. Odama gidip üzerimi değiştirdim ve hızlıca duş aldım. O pisliğin kanının kokusunu daha fazla solumak istemiyordum.

William yoğun bakımdaydı. Yanına kimseyi almıyorlardı. Onu camın arkasından öylece izlemek canımı çok yakıyordu. Canımı yakanların canını yakacağım zaman ise yakındı. Hem de çok yakın.

WILLIAM'IN ANLATIMIYLA:

Acı. Fiziksel ve ruhsal olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel acı: Vücuda gelen bir darbe veya hastalık sonucu beynin ve vücudun acıya karşı gösterdiği tepkiye denir. Ruhsal acı: Utanç, keder, hüzün, elem ve benzeri olumsuz duygular şeklinde hissedilebilen zihinsel acı çekme sürecidir, dayanılması güç duygusal tedirginlik halidir. İkisi de birbirinden farklı şeyler. Ama özünde aynılar. İkisi de bize zarar veriyor. İkisi de bizim aleyhimize. Fiziksel ve ruhsal acıyı aynı anda çektiğinizi düşünün. Katlanılamaz ve dehşetvari. Ruhsal acım fiziksel acıma denk olamayacak kadar derin. Delirmemek için elimden gelenin daha fazlasını yapıyorum. Nafile. Halüsinasyonlar görmeye başladım. Olmayan sesler duymaya. Doktor bunların iyiye işaret olmadığını söylüyor fakat ben savaşmaya devam edeceğim. Milan için. Zaten her şey onun için. Aldığım her nefes onun için. Yaşamak için bir sebebiniz olmasa bu hayata katlanmazsınız. Benim yaşama sebebim o. Kalbimin hala atıyor olmasının tek sebebi o. Milan Anderson, sen benim bu hayata katlanmamın tek geçerli sebebisin.

ALIENTOWhere stories live. Discover now