3. BÖLÜM: BİR KÜÇÜK AŞK HİKAYESİ

2 1 0
                                    

                                            *Crazy in Love – Eden Project*

Adrenalin hormonu veya epinefrin, böbrek üstü bezlerinin iç kısımları tarafından salgılanan bir hormondur. Bu hormonun görevi, organizmayı acil harekete hazırlamaktır.

Vücudum fazlasıyla adrenalin ve epinefrin salgılarken kaçmaya hazırlanıyordum. William çoktan bizimle iletişimi kesmişti ve bu iyi bir şeydi. Buradaki halimizi görüp de benim için endişelenmesini istemezdim. Austin ile göz göze geldik. Zihnime fısıldadı.

"1, 2, 3."

Koş Milan Anderson. Hayatının sonuymuş gibi koş. Yoksa bu an gerçekten hayatının sonu olacak.

Kaçmak her zaman korkakların işi değildir. Güçlüler de kaçar ancak aradaki fark şudur ki: Korkaklar ölmek için kaçarlar, güçlüler ise yaşamak ve yaşatmak için. Austin kolumdan sıkıca tutmuş, nereye giderse beni de o yöne çekiştiriyordu. Yaşamak için kaçıyorduk, yaşatmak için. Aklıma William geldi. Ne yapıyordu acaba şu an? Güvende miydi? Kafamdaki susmak bilmeyen sesler beni delirtmek üzereydi. Korkuyordum. Milan Anderson korkuyordu. Kendisi için değil, sevdiği için korkuyordu ve bu korku, korkuların en beteriydi, en acıtanıydı.

Savaşçıdan kaçmayı başarmıştık. Austin etrafı kolaçan ederken bir yandan aldığı zor izinle -ki bu izni almak için yapmadığı yalakalık kalmamıştı- William ile gizli bağlantı kuruyordu. En yakınımdaki ağacın dibine cenin pozisyonunda oturup başımı kollarıma gömdüm. Bir süre öylece kaldım. Sonra... Tanıdık bir koku doldu burnuma. Adeta huzur bulmuştu bedenimi, ruhumu ama en çok da kalbimi... Saçlarımı okşamaya başladı kocaman eller. Ferahlık dolu bir tebessüm sarmaladı dudaklarımı. İşte gelmişti, en çaresiz anımda yine beni yalnız bırakmamıştı. Sonuçta hissederdi beni, ruhumu tanırdı. Kafamı kaldırmamla William'ı karşımda bulmam bir oldu. Büyük bir tebessümle birlikte gözyaşlarımı serbest bıraktım. Mutluluk gözyaşlarımı... Ayağa fırlayıp boynuna atladım. O ise öylece durdu. Sarılmama karşılık vermedi. Heveslerim kırılıp keskin, kırık cam parçaları misali bedenime batmaya başladı. Hareket etmedi, nefes almasa öldü sanırdınız. Başta bu hareketlerine anlam veremedim. O anda aklıma gelen şeyle gülümsemem soldu. Mutluluk gözyaşları, kısa zamanda yerini feryat gözyaşlarına bıraktı. Gökkuşağı ile bezenmiş rengârenk gökyüzünü siyah bulutların kasveti kapladı. William, benden vazgeçişini bu şekilde bildirdi bana. Benden gidişi işte böyle oldu. Eski konuşmalarımız doldu zihnime.

"Beni hiç bırakmayacaksın değil mi William?"

"Tabii ki de seni hiç bırakmayacağım. Sensiz bir yaşam benim için söz konusu bile olamaz. Ancak olur da bir gün senden vazgeçersem sana sarılmam Milan. Sana sarılmayı ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Bu olmazsa yani sana sarılmazsam, senden vazgeçmişimdir."

"Madem öyle. Bana sarılmayı hiçbir zaman bırakma William, beni hiçbir zaman bırakma. Lütfen."

"Bırakmayacağım Milan, bırakamam."

Ne olmuştu öyle birden? Neden bırakmıştı beni? Gidemezdi. Yapamazdı. Gözyaşlarım hızla akarken sarılmayı keserek yüzüne baktım.

"William?" Ses yok. "William?" Yine ses yok. Adeta haykırdım. "Cevap ver! Kahrolasıca, cevap ver bana! Yapamazsın William bu kadar yılı bu kadar emeği bu kadar aşkı çöpe atamazsın!" Bunları söylerken onu omuzlarından sarsıyordum. Yüz ifadesi sabitti. Sesimi alçalttım. Boğazım yırtılmışçasına acıyordu, önemsemedim. Çaresizliğim bir fısıltı halinde döküldü dudaklarımın arasından.

"William, seni seviyorum." İlk defa bunu söylerken sesim titriyordu. Sesimin titremesinin nedeninin o olması canımı yaktı.

"Yapamam Milan. Bu savaşta sana bir şey olmasına izin veremem." Umurumda değildi. Gerekirse onun için ölürdüm. Bunu, onun da biliyor olması gerekmez miydi?

"Gitme, bırak kaybedelim. Bırak ölelim; yakalım, yıkalım bu şehri, gezegeni, evreni. Ama gitme. Dememiş miydik, kazanırsak beraber, kaybedersek beraber diye. Kaybedelim savaşı ve gerekirse ölelim. Yapma bana bunu, bize yapma... Ne oldu bir anda William? Gitmezdin, gidemezdin. Gitme..." Sözlerimin üzerinde hiçbir etkisi yokmuş gibi arkasını dönüp adımlamaya başladı. Sessizliği bana karşı kullandığı en etkili silahtı. Son kez şunları söyledim ona: "William, ben sensiz yapamam. İkimizi birden harcama. William..."

Çaresizliğim onu yolundan döndürmeye yetmedi.

Gitti.

Hiç gelmemiş gibi, hiç var olmamış gibi...

William Ivanov, gitti...

Ve ben bugünü, tarihin en karanlık sayfaları arasına ekledim.

Yalvarmıştım ama gitmişti. Kendimi küçük düşmüş gibi hissetmedim. Aksine ayaklarına kapanmadığım için pişman oldum.

Çaresizlikten başka bir şey yoktu elimde. Kırgınlıktan başka his yoktu içimde. Nefretten başka duygu beslemiyordum ona karşı. Ama bir saniye. Aşk? Hâlâ benimleydi, hâlâ kalbimdeydi. Unutamazdınız öyle çabucak. Biliyor musunuz unutmak kelimesi undan çıkmış.* (Yazar yorumu.) Bildiğiniz hamur işleri için kullanılan undan. Unutmak için önce un ufak etmek gerekirmiş. Birini bir bütün olarak, öyle pat diye unutamazmışsınız. Öyle yavaş yavaş, parça parça gidermiş sizden. Tam olarak gittiğindeyse hatırlamazmışsınız. William bugün gitti. Ve ben onu öyle bir unutacağım ki, tüm anıları silinecek hafızamdan. O an geldiğindeyse benden gittiğine pişman olacak. Yani en azından beni biraz sevdiyse...

Söz veriyorum kendime. Milan sözü.

William sözü değil artık. William, verdiği sözleri tutamayan ahmağın teki.

Yıkılmıştım. Şu anki halimi gören herkesin kullanabileceği tek tabir buydu. Sırtımı ağaca yaslayıp yere oturdum. Tam olarak ne hissedeceğimi de bilemiyordum. Çok karmakarışık hisler içerisindeydim. Acı, öfke, kırgınlık... Tüm bu süre boyunca beni izleyen Austin derin bir iç geçirerek yanıma geldi.

"Eğer," diye başladı söze. "Eğer seni çok sevmiş olsaydı, bu kadar kolay bitiremezdi Milly. Seven bir kalp acıtmaktan çekinir, bu kadar kanatmaz." Çok kelimesini söylerken hafif bir vurgu yapmıştı.

"Biliyorum, Austin. Onca zamana, onca emeğe üzülüyorum." Hayır, kendini kandırma Milan. Üzüldüğün şey onu hâlâ çok seviyor olman ve onun defolup gitmesi.

"Birini evim diyecek kadar çok seversen, o gittiğinde evsiz kalırsın Milan. Ama unutma, hiç kimse ömrü boyunca aynı evde yaşamaz." Ona doğru döndüm. "Au, ben onu çok sevmiştim." Dememle hıçkırarak ağlamaya başladım. Austin sıkıca boynuma sarıldı. Kaç dakika öyle durduk bilmiyorum. İçimdeki yangının harareti yavaşça geçiyordu. Gözlerimden süzülerek kuru toprağa damlayan her yaş biraz daha hafifletiyordu acımı. Gözyaşlarım aktıkça ruhum iyileşti. Ruhum iyileştikçe daha da güçlendim. Austin sırtımı sıvazladı ve "Hadi toparlan bakalım. Benim kızım ağlamaz, kendine gel ve işlerimize bakalım." diye aklınca beni teselli etti. Kuzey'in soğuk ve sisli havasını ciğerlerime doldurdum. Sonra ayağa kalktım ve Austin ile birlikte yürümeye başladık.

Bazı yıkımlar, devrim niteliğindedir. Yıktın beni sevgilim. Yaktın beni sevgilim. Seni seviyorum, seni sevmeyi seviyorum. Kalbimdeki hükmün sonsuza kadar sürsün ama bu benim canımı yakmasın istiyorum. Kendimi sende bulmuşken bu kadar kısa sürede kaybolmak istemiyorum.

Sensizlik kadar zor değil hiçbir şey. Yokluğun kadar can alıcı değil.

ALIENTOWhere stories live. Discover now