9. BÖLÜM: BEKLENEN AN

2 1 0
                                    

*Landslide – Fleetwood Mac*

Davetin üzerinden yaklaşık dört gün geçti ve kimsenin sesi soluğu çıkmıyor. Bugün özel bir gün... Bugün annem gelecek, biliyorum. Kimse bana inanmasa da gelecek. Benim yalancı olduğumu düşünen herkesi haksız çıkarmak için gelecek. Saat 18.54 olduğunda konferans salonuna gidiyorum. Herkes orada çünkü ben çağırdım. Çünkü annem gelecek. Dakikalar saatler kadar uzun gelmeye başlıyor. Nihayet 19.00 olduğunda dudaklarım aralanıyor ve konuşmaya başlıyorum.

"Hadi anne, gel artık.'' Sözlerim eminsizlikle çıkıyor ağzımdan. Ve işte tam o an. Gri dumanlar sarıyor etrafı. Annem de tam karşımda beliriyor. O... O çok güzel. Salondaki herkesin gözlerinin içi parlıyor. Siyah denilebilecek, uzun saçları var. Çok uzun... Görünüşe göre o anıları saklamayı seviyor. Çok benziyoruz. Onu tanımlamaya gerek yok. Sadece benden daha uzun saçlara ve boya sahip. Ve dudakları daha kalın. Bana doğru dönüyor. Gözlerimden yaşlar aktığını daha yeni idrak ediyorum. Titreyen kirpiklerimin arasından sıyrılarak zemine çarpıyor inci tanesi gözyaşları. Buruk bir tebessüm yer alıyor dudaklarımda. Tanrıça'nın kolları boynuma sarılıyor ve omzunda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorum. Konuşmaya başlıyor. Duyduğum en güzel sesin ona ait olduğunu fark etmem uzun sürmüyor.

"Seni çok özledim kızım.'' Rüyam ise tam olarak orada son buluyor. Stephanie, benim gördüğüm rüyaları Rüya Avcılarının yönetmediğini söylediği için rahatlıyorum ve uyumaya devam ediyorum.

Odamın kapısının vahşice çalınmasıyla uyandım. Zorla doğrulup kapıyı açtığımda karşımda James vardı. Tüm heybetiyle kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"Toplantı odasına, derhal!" Bu kimdi de bana emir veriyordu? Ne zamandan beri üst mevkiimizdekilere emir verebilir hâle gelmiştik ki? Dudaklarımı büzüp kafamı salladım.

"Kim söylüyor bunu?" Esnedim.

"Ben söylüyorum." Hm.

"Hmmmm. Sen ve bana emir vermek? Öyle mi James?"

"Evet, tam olarak öyle." Tanıdık ve ihtiyar bir ses konuşmama fırsat vermeden "Sen canına susamış olmalısın." diye yanıtladı James'i, benim yerime. Stephanie'ye bunun için daha sonra teşekkür etmeyi aklımın bir ucuna not ettim. Gülümseyerek yanıma geldi yaşlı kadın.

"Milan, beklenen an yaklaşıyor. Bu da duygusal olarak seni tetikliyor. Lütfen sakin kalmaya ve içimizden birilerini öldürmemeye çalış."

"Pekâlâ, Bayan Stephanie. Sanırım toplantı odasına gitmem gerekiyormuş." Kinayeyle James'i süzdüm. Sonra herkesi es geçip toplantı salonuna doğru ilerledim. Üzerimde ipekten yapılmış, lacivert, ip askılı bir gecelik vardı. Uzun eteği havada süzülürken tenimi gıdıklıyordu. Toplantı odasının önüne geldiğimde bıkkınlıkla kapıyı açtım. Rosa, toplantı masasına yaslanmış tırnaklarıyla oynuyordu. Benim geldiğimi görünce "Sen kapı çalmayı bilmez misin?" diye sordu. Seni yolacağım, Rosa. Yemin ederim ki seni yolacağım. Üzerinde kısa (ciddi derecede kısa), askılı, beyaz bir elbise vardı.

"Ben kapı çalmam, Rosa. Benim kapım çalınır." Tiz bir kahkaha attı.

"Kendini bir şey sanıyorsun ya, bu hallerine bayılıyorum Milan." Ne istiyordu bu? Hah, buldum. Ecelini.

"En azından senin gibi kendi kendime oynamıyorum, Rosa. Bu oyunda bana destek olan arkadaşlarım ve sevgilim var. Ah, çok yazık. Sen William'ı seviyordun, değil mi? Ama o beni seviyor. Geçmişte, şimdi olduğu ve gelecekte olacağı gibi." Şuh bir kahkaha attım. Söylediklerim yüzünden kendimden utanıyordum ama bu çakma arı snırlarımı fazla zorluyordu. Sonra beklemediği bir hamleyle Rosa'nın saçlarına yapıştım. Onu bir güzel yolduktan sonra zaferle gülümsedim. Birbirine girmiş saçlarına ve savaştan çıkmışa dönmüş halin bakmak için onu süzdüm.

"Rosa, kusura bakma. Seni biraz hırpaladım sanırım. Ama bazen, hak edenlere hak ettiğini vermek gerekir." Toplantı salonundan çıktım ve William'ın odasına doğru yürümeye başladım. O sırada Rosa'nın çığlıklarını duyabiliyordum. Bu, gülümsememi daha da genişletti.

William'ın odasının kapısını tıklatma gereği duymadan içeri girdim. Uyuyordu. Uyurken de uyanıkken olduğu gibi melekleri andırıyordu. Yatağın kenarına oturdum ve saçlarını okşamaya başladım. Seri bir hareketle beni yanına yatırıp sıkı sıkı sarıldı. Başımı göğsüne gömdüm. Kalp atışlarını duyabiliyordum.

Bazı Alienlerin güzel anların içine etmek gibi bir huyu vardı. Ve bu, her seferinde bizi buluyordu. Kapı sertçe açıldığı sırada doğruldum. Cedric, gözlerini sağ eliyle kapatmıştı ve çok affedersiniz, gibi şeyler mırıldanıyordu.

"Gözlerini açabilirsin Cedric." William'ın sesi bıkkınlıkla çıkmıştı. Ayağa kalkıp geceliğimi düzelttim. William da ayağa kalkmıştı.

"Ben en iyisi daha sonra geleyim." Diyerek odadan çıktı Cedric.

"Hep de bizi buluyorlar." William da benim gibi düşünüyordu.

"Bir şey söyleyeceğim ama kızmak yok." Tek kaşını havaya kaldırdı ve "Bakarız." Dedi.

"Hayır, bakmayacağız. Kızacaksan söylemem." Başını geriye atıp kısa bir of çekti. Sonra bana yaklaştı ve kollarını belime dolayıp beni kendine çekti.

"Kızmayacağım, söyle hadi."

"Söz ver."

"Söz veriyorum Milan. Kızmayacağım. Söyle artık hadi meraklandırma adamı."

"Pekâlâ, o zaman söylüyorum."

"Hmhmm..." Gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu. Âdemelması hareket etti.

"Ben, senin yanına gelmeden önce Rosa'yı biraz benzetmiş olabilirim."

"Hmmm..." Gözleri hâlâ dudaklarımdaydı.

"Beni aşağılamaya çalıştı. Ayrıca sana sarkıntılık yapıyor. Bende cezasını verdim."

"Hmhm..." Gözlerini dudaklarımdan ayırmadı. Benim gözlerim de istemsizce onun dudaklarına kaydı. Hafifçe başını öne doğru eğdi. Çok usul, çok masum bir şekilde. Bir an tereddüt etti. Ancak durmadı. Hareket edemez vaziyetteydim. Kontrolüm onun ellerindeydi. Nefesim nefesine karışıyordu. Bedenim onun kaslı vücuduna yaslıydı. Biraz daha eğildi ve aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp dudaklarını dudaklarıma yasladı. Yavaş, narin ve bir o kadar da tedirgindi. Kimyalarımızın karışmasına izin verdim. Birkaç saniyenin ardından geri çekildi. Gülümsedim. Gülümsedi. Sonra bir kez daha öptü beni. Dudaklarının dudaklarıma değdiği o kısa anları çok seviyordum.

"Seni seviyorum benim yaramaz kızım." Yaramaz kız. William Ivanov'un yaramaz kızı Milan Anderson.

Bu... Bu çok hoşuma gitmişti.

"Bende seni seviyorum." Seni o kadar çok seviyorum sevgilim. Bunu anlatmaya kâinatın gücü yetmez...

Büyük bir ışık huzmesi belirdi gökyüzünde. William'ın odasının camından içeri sızıyordu. Birbirimizden ayrıldık ve kapıya yöneldik. Merkez'in bahçesine çıktık. Herkes buradaydı. Geliyordu işte. Geliyordu! Diğerlerini es geçerek en önde durdum. Rüyamdaki gibiydi. Annem... Ona benziyordum. Benzemek kelimesi az kalırdı. Kopyası sayılırdım. Ona doğru yaklaştım. O da bana doğru yaklaştı. Arkamızdaki Alienlerin fısıltılarını duymazdan geldim. Doğru anı hissettiğimde ona sımsıkı sarıldım. Kokusu... Çok tanıdıktı.

"Seni çok özledim bir tanem." Gözleri dolu doluydu.

"Ben de seni çok özledim anne." Yanaklarımdan süzülen yaşlar, tenimi yakıyordu. Rüyalarımla beni bu ana hazırlamıştı. Bu kadın, neyi nasıl yapacağını iyi biliyordu.

ALIENTOWhere stories live. Discover now