11. BÖLÜM: EFSANELER

2 1 0
                                    

*Lost My Mind - Alice Kristiansen*

YEDİ GÜN SONRA:

"Efsaneler, asırlar boyu farklı ağızlar tarafından günümüze kadar taşınır. Eski bir inanışa göre; Cehennem Tanrısı Henry, Alien Tanrıçasının kızına âşıktır. Milan'a. Ancak Milan henüz çok küçüktür. Alien Tanrıçası, kendisini Yeraltı Cehennem Kulelerinde saklaması durumda Milan ile evlenmesine izin vereceğine dair Tanrı Henry'ye söz verir. Tanrıça yeryüzüne çıktığında Henry, Milan'ı almak için gelecektir."

Artık efsanelere inanmak istemiyordum. Özellikle bu okuduklarımdan sonra. Gözlerimden yaşlar akmaya, akan yaşlar tenimi yakmaya başladı. Tanrıçam, lütfen hemen gelmesin. William iyileşene kadar gelmesin, lütfen.

Başımı kitaptan kaldırdım ve karşımda dikilen Alien Tanrıçasına baktım. Bu görüntü, bir rüya ile gerçeğin kesişim noktasında gibiydi.

"Keşke böyle bir söz vermeseydin." Elimin tersiyle kabaca gözyaşlarımı sildim. Sözlerim, çaresizlikle karışık bir isyanı ifade ediyordu.

"Başka çarem yoktu." dedi, gözlerinde derin bir hüzünle.

"Her zaman başka bir çare, başka bir yol vardır." Dedim, umutsuzca bir çıkış yolu arayarak.

"Düşünüldüğü zaman bile öyle görünmüyor." Sesi kararlılık doluydu, ama içinde bir kırılma hissettim.

"Farklı bir açıdan bakman gerekiyordur belki de?" dedim, bir umut ışığı yakalamaya çalışarak.

"Henüz gelmeyecek Milan. Önümüzde yedi vadeli bir süre var." Belki yedi dakika, belki de yedi asır...

"Her zaman merak etmişimdir. Neden yedi anne? Her zaman bu sayı çıkıyor karşıma."

"Yıldız Tanrıçasını biliyorsun, değil mi?" dedi, gözlerinde anıların parıltısıyla.

"Evet, biliyorum. Asteria." dedim, bu bilgiyle içimden bir huzur hissi geçerken.

"Kaç harften oluşuyor, say bakalım."

"Yedi." Cevabımdan sonra bana gülümseyerek göz kırptı. Bir soru daha sordum.

"Neden yıldız, anne?"

"Çünkü yıldızlar her daim parlar, bebeğim. Işıkları sönmez. Yıldızlar bize evimizde olduğumuzu hissettirir. Yıldızlar bizi aydınlatır, gerçekleri gösterir. Ve en önemlisi, ölen her canlının ruhunun birer yıldıza dönüştüğüne inanılır. Burası Aliento. Yani bir diğer adıyla ölüler gezegeni." Tüylerim diken diken olmuştu. Bu kadar derin bir anlam beklemiyordum.

"Peki, neden ölümü tercih ettin, yaşam varken?" Uzun uzun gözlerime baktı. Merak etmem hoşuna gidiyordu.

"Herkes ölür, bebeğim. Her şey. Canlı ya da cansız her varlığın bir sonu vardır. Ölüm sonsuzdur. Ve sonsuzluk gökyüzünü anımsatır. Ucu bucağı yoktur. Gökyüzü ise bana Tanrısını anımsatır. Sevdiğim adamı..." Gönlündeki yaranın gözlerine yansımasını izledim. Ondan bahsettiği sırada bile aşkını hissedebilirdiniz.

"Beni ona verme anne. Beni Henry'ye verme..." Buruk bir tebessümle başını aşağı yukarı hareket ettirdi. Sanırım ilk defa, gerçekten bir annem olduğunu hissediyordum. Onu kabullenmem uzun sürmemişti. Geçmişim de benimleydi zaten. Her an yanımdaydı. Onu görmesem bile hep hissetmiştim.

Sirius batmak üzereydi. Yine William'ın yanındaydım. Doktor kötü şeyler söylemiş olsa da mucizevi bir şekilde durumu gittikçe iyiye gidiyordu. Her fırsatta yanına uğruyordum. Yarın taburcu olacaktı. Yarası iyileşmişti ve kendini toparlamıştı. Sadece kontrol amaçlı bir gece daha hastanede kalacaktı. Uzun uzun konuşuyorduk, saçma sapan her şeyden. Onu gülerken görmek Tanrı'nın bana en güzel hediyesiydi.

ALIENTOWhere stories live. Discover now