MILAN'IN ANLATIMIYLA:
Işınlanarak Merkez'e gittik. Koşar adımlarla Tanrıçanın odasına geldiğimizde kapıyı Zeus açtı. "Annemle görüşmeliyiz." Başını salladı ve toplantı odasına gitmemizi söyledi. Dediğini yaparak toplantı odasına vardık. Bizden birkaç dakika sonra geldiklerinde Zeus "Özel bir konuysa çıkabilirim." Dedi. Başımı olumsuz anlamda salladığımda William'a döndüm.
"Bir an önce anlat." Beni onayladı ve konuşmaya başladı.
"Kâbus gördüm, içinde Milan ve Henry'nin olduğu. Milan demese fark etmezdim ama Rüya Avcılarının hepsi ölmedi mi?"
"Milan, onlar olmadan rüya görebiliyordu ancak bunu ben sağlıyordum. Ciel Tanrıçası ve yandaşlarının bunu yapması imkânsız çünkü cezalılar. Ancak bu nasıl mümkün oldu, aklım almıyor." Zeus, Alien'in sözünü bitirmesini bekler gibi bakıyordu. "Korkarım..." Cümlesini tamamlayamayınca Zeus araya girdi.
"Sanırım bizden saklanan bir Rüya Avcısı var çocuklar." Dediğinde William ile birbirimize baktık. O anda gök gürledi. Dışarıyı sis bulutları kaplamaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum.
"Millet, hain Alien Taşı'nı yerinden almış olmalı." Alien Tanrıçası'na hayretle baktım.
Alien Taşı, Aliento'nun doğal dengesini koruyan taştı. Eğer o olmazsa denge bozulur, düzen yok olurdu. Şimdi ne yapacaktık, bilmiyordum.
"Taşı başka bir gezegene götürüyor olmalı, burada saklayamaz. Onu yok edecek güce sahip olması da milyonda bir ihtimal." Alien Tanrıçası sözünü bitirince William bir soru sordu. "Şimdi ne yapacağız?" Kendimden emin bir şekilde zihnimden geçenleri yüksek bir sesle diğerlerine duyurdum. "Ölenleri diriltip o taşı bulacağız." Herkes bana kafayı sıyırmışım gibi baksa da aldırmadım.
"Birkaç gün önce ölen kardeşim Eleanor'un mezarına gittik. Tam ayrılacağımız esnada mezar taşında bir yazı belirdi. Ölüleri kurtarmak için kendinden vazgeç yazıyordu. Yani ölüleri kurtarmanın bir yolu var." William hararetli bir edayla konuşmamı böldü. "Kendinden vazgeç de ne demek oluyor?" Kolumu arkaya atıp sırtını sıvazladım.
"Kendinden vazgeç derken fiziksel anlamda değil. Ya da ölmek... Geçen gün tanımadığım bir ses zihnime fısıldadı ve eğer talimatları yerine getirirsem onları yeniden yaşatabileceğimi söyledi. Ancak bir yönetici olduğum için yalnızca Yöneticileri diriltebilirmişim." Alien Tanrıçası şüpheyle bana baktı.
"Neymiş o talimatlar?"
"İlk olarak Alien Kütüphanesinden Mühürlenmiş Sırlar isimli kitabı bulmam gerekiyormuş. Daha sonra Alien Dağlarına gidip Kızıl Yeleli Aslanın bir tutam tüyünü koparmam. Son olarak ise mezarlıkta o kitabı seslice okuduktan sonra her bir mezara diğer elimde tüyü tutarak dokunmam."
"Hepsi bu kadar mı yani?" William'a bakarak hayır, dedim. "Başka ne yapmamız gerekiyor?"
"Eğer bunu yaparsam Tanrıça güçlerimi kaybedeceğim." Buruk bir tebessümle bana baktı.
"Bunu yapmak zorunda değilsin. Ben yapabilirim. Zaten senin sayende bir Tanrı oldum. Ve bu bana olağanüstü hiçbir şey hissettirmiyor. Ben aynı William'ım. Her zamanki sıradan William." Ona sımsıkı sarıldım.
"Tanrıça güçlerimi kaybetmekten korkmuyorum. Eğer ben Tanrıça olmazsam, sen de bir Tanrı olamazsın. Senin düşüncelerin benim için daha önemli."
"O zaman, Milan Anderson. Hazırlan, kütüphaneye ve oradan da Kızıl Yeleli Aslan'a gidiyoruz."
"Gidiyoruz?"
"Çocuklarımın annesini tehlikeye atamam." Bunu, fısıldayarak söylemişti. Sanırım karşımızdakilerin birer Tanrı ve Tanrıça olduğunu unutmuştu. Bozuntuya vermedim.
"Sen de başka bir kadınla evlenirsin. Bir kızınız olur belki." Gözlerini devirdi.
"Senden başka bir kadından çocuk istediğimi düşünmüyorum."
"Öyleyse ben hazırlanmaya gideyim." Başını sallarken gözleri dudaklarımda gezindi. Yana doğru dönerek dirseğimi yavaşça karnına geçirdim.
...............................................................................................................
Alien Kütüphanesine varmıştık. Zeus ve annem de bizimle gelmişti. Ancak ufak bir sorunumuz vardı. Burası yaklaşık otuz katlıydı ve kitaplar alfabetik sıraya ya da konusuna göre dizilmemişti. Şu saçmalıklar bir sona ersin, ilk iş buraya el atacağım. Ve ne tesadüftür ki, burada hiçbir şekilde, kim olursanız olun büyü yapamazdınız.
"Siz üst kattan başlayın, biz de buradan başlarız." Zeus'u başımla onaylayıp William'ı takip ederek üst kata çıktım.
"Hangi üstün zeka buraya bir asansör koymaz ki?!"
"Hey, şikâyet eden kişi ben olmam gerekiyordu."
"Nedenmiş hanımefendi."
"Çünkü ben, kraliçeyim hayatım."
"Kraliçe demek? Sarayınız nerde Kraliçe'm?"
"William Ivanov isimli bir bayın kalbine hükmediyorum." Derken saçlarımı arkaya savurdum. Onları uzun süredir kesmediğim için biraz uzamışlardı. Uzun saçın bana yakışıp yakışmayacağını merak ettiğim için bir süre daha onlara dokunmayı düşünmüyordum.
"Anladım. Peki siz, benim kim olduğumu biliyor musunuz?" Olumsuz anlamda başımı iki yana sallarken dudaklarımı büktüm.
"Kimsiniz bayım?" Ukala bir gülümseme takındı.
"Milan Anderson isimli baş belası bir cadalozun beyaz atlı prensiyim." Demek öyle, der gibi kaşlarımı kaldırdım.
"Baş belası bir cadaloz... Anlıyorum, prens bozuntusu." Ona göz devirdim ve merdivenleri önüne geçerek çıkmaya devam ettim. Aradan henüz bir dakika bile geçmemişken ayaklarımın yerle temasının kesildiğini ve havalandığımı hissettim. "William! Beni hemen yere indir!" Derken aynı zamanda sırtına vuruyordum.
"Seni kaçırmıyorum Milan, Kraliçe'm yorulmasın diye ona asansör hizmeti sunuyorum. Senin yerinde olsam mızmızlanmak yerine bu kaslı kollarda taşınmanın keyfini çıkarırdım."
Derin bir iç çektim. "Bu kaslı kollara sahip adam ne kadar da romantik..." Oscarlık performansımı görseniz kesinlikle bana hayran kalırdınız.
Derin bir iç çekti. "Bu Kraliçe ne kadar da ağır..." Sırtına bir yumruk geçirdim. "Eli şey, eli ağır." Kahkahamı bastırmak için olağanüstü bir çaba gösterdim. En üst kata vardığımızda beni yere indirdi.
"Zeus moruğunun neden bizi buraya gönderdiği belli oldu." Dedi nefes nefese. Gülümsedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Onun gözleriyse yine ve yeniden dudaklarımı buldu. Aşağı kata kaçamak bir bakış attığımda Zeus ve annemin başını kitaplara gömdüğünü gördüm ve bu anı fırsat bilerek William'ın dudaklarına yapıştım. Beni arkamızda duran kitaplığa yasladı. Bir yandan saçlarımla oynuyordu. Birkaç saniyenin ardından geri çekildi. "Sanırım artık işe koyulmalıyız." Dediğinde oflayarak ona katıldım.
On dokuzuncu kata geldiğimizde siyah, tozdan grileşmiş ciltli bir kitap gözüme ilişti. Mühürlenmiş Sırlar. Sevinç çığlıkları içinde "Buldum!" dedim ve herkes rahat bir nefes verdi. Birinci aşama tamamlanmıştı.
YOU ARE READING
ALIENTO
FantasyAliento isimli bir gezegende asırlar öncesinden kalan Tanrıçalar arası bir savaşın izleri yeni bir savaş açar. Yöneticiler gezegeni korurken Rüya Avcıları doğdukları yere ihanet edip diğer ge-zegenin halkı olan Cielo ırkı ile iş birliği yaparlar. Sa...