*Savage – Bahari*
Bugün üçüncü gün. Gözlerimi etrafta yankılanan kadın sesiyle açtım. ''Herkes davet salonunda toplansın. Gereği düşünüldü ve karar verildi.'' Kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı. Bir an önce yataktan kalktım ve üzerimi değiştirdim. Beyaz bir gömlek ve siyah, bol bir pantolon giydim. William da hazırlanmıştı. Onun üzerinde de beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Bugün çok uyumluyduk. Derin bir nefes aldıktan sonra parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. El ele çıktığımız bu odaya el ele girebilmemiz için Tanrı'ya dua ettim. Hızlı adımlarla salona doğru yürüdük. Biz gittikten sonra birkaç kişi daha geldi ve artık hepimiz buradaydık. Tam karşımızda bir buğulanma oldu. Ardından Themis geldi. Alnında terazi şeklinde bir imge vardı. Tanrıça konuşmaya başladı. ''Asırlar önce gerçekleşen mücadelenizde kazanan Alien olmuştu.'' Bunları söylerken Ciel Tanrıçasına bakıyordu. ''Ancak sen, bunu kendine yediremediğin için kehanete karşı koyup, Zeus'u büyüyle kendine âşık etmiştin. Sırf Alien'in canı yansın diye. Buradan sana eksi bir puan.'' Bakışları Alien Tanrıçasını buldu. ''Yeraltı Cehennem Kulelerinde saklanmana izin vermesi için Henry'ye bir söz vermiştin. Fakat sözünü tutmadın. Buradan sana da eksi bir puan.'' Tekrardan Ciel Tanrıçasına döndü. ''Seni cezalandırmıştık. Seni lanetlemiş, gözlerini almıştık. Ve sen, bir Alien'i kullanıp gözlerine tekrardan kavuştun. Laurel Swan'a ölümsüzlük verdin Ciel. Ondan, senin için Alien bebeklerini öldürmesini ve sana getirmesini istedin. O suçsuz, zavallı bebeklerin gözlerinden kendine göz yaptın. Bunun için sana eksi on puan.'' O an, zihnimde kurucuyla aramda geçen diyalog belirdi.
''O, bir Tanrıça mıydı?''
''Hayır, elbette değildi. Zamanında büyük bir iş başarmıştı. Ve Ciel Tanrıçası onu ölümsüzlükle ödüllendirmişti.''
Demek ki bebekleri o yüzden öldürmüştü. Yapbozun eksik parçaları sırayla yerlerine oturmaya başlamıştı. Themis devam etti. ''Sana ait olmayan bir gezegeni ele geçirmeye çalıştığın için eksi beş puan. Cielo ırkının zihnine nefreti kazıdığın için de eksi bir puan daha.'' Themis, Ciel Tanrıçasına yaklaştı. Dudaklarında zalim bir gülümseme belirdi. ''Bu savaşın suçlusu sensin Ciel.'' Onun tarafında olan Tanrı ve Tanrıçalara baktı. ''Ve sizler de bunu bildiğiniz halde ona yardım etmeye geldiniz.'' Themis'in gözleri, benim gözlerimle buluştu. Dudaklarındaki zalim tebessüm yerini içten ve sempatik bir ifadeye bıraktı. ''Gereği düşünüldü. Savaş sonunda kazanmış olsanız dahi Henry, Athena, Hephaestus, Hermes, Vidar, Dionysos ve tabii ki sen Ciel. Cezalandırılacaksınız.'' Bu, bizim için kurtuluşun ilk adımıydı.
Ciel Tanrıçası karşı çıkmaya çalıştığı esnada Henry onu durdu.
"Themis haklı. Hem ne diye sevdiğim kadının olduğu taraf yerine senin tarafına geçtiysem. Sakın sesini çıkarma Ciel. Seni kendi cehennemimde boğarım."
............................................................................
Huzurun tarif edilemez hafifliğinde, William ile birlikte karşılıklı koltuklara oturmuş kitap okuyorduk. Okuduğum bir cümle beni derinden etkiledi.
''Ancak fırtına, giderken umutlarınızı ve heyecanlarınızı götürür, geriye bir harabe bırakırdı.'' Sesli şekilde dile getirdiğim bu alıntı, anlaşılan William'ı da etkisi altına almıştı. Başını usulca kitabından kaldırdı ve gözlerime baktı. ''Fırtınanın götürdükleri sadece umutlarımız ve heyecanlarımız değildir bence. Bazı fırtınaların şiddeti o kadar büyüktür ki, sevdiklerimizi de alır bizden.'' Söyledikleri canımı yaktı. Bizim fırtınamızın izleri derindeydi. Çok derinde. Sevdiklerimizi, sevmediklerimizi, kısacası herkesi koparmıştı bizden. Değer verdiğimiz herkes, değersiz bir toprak yığınının altındaydı şimdi. Bu hayat kısaydı.
YOU ARE READING
ALIENTO
FantasyAliento isimli bir gezegende asırlar öncesinden kalan Tanrıçalar arası bir savaşın izleri yeni bir savaş açar. Yöneticiler gezegeni korurken Rüya Avcıları doğdukları yere ihanet edip diğer ge-zegenin halkı olan Cielo ırkı ile iş birliği yaparlar. Sa...