6. BÖLÜM: KASVETLİ RÜYALAR VE YORGUN RUHLAR

2 1 0
                                    


*Hurt – Jhonny Cash*

Uyku, bizim için bulunmaz veli nimet halini almıştı. Ancak rüyalarım beni uyutmuyor, sürekli tedirgin ediyordu. Gözlerimi yumduğum her saniye, gerçekliğini sorguladığım kâbuslara dalıyordum.

Annemle babamı öldürdüğümü herkes biliyordu. Yaptığımı yanlış buluyor, beni kınıyorlardı. Evet, yaptığım yanlıştı ancak bazen yaptığınız şeyin yanlış olduğu onu yapmak zorunda olduğunuz gerçeğini değiştirmiyordu.

Cielleri öldürdükten sonra Merkez'e her türlü giriş-çıkışı yasaklamış ve orada kalmaya başlamıştık. Kurucuları öldüğü için Cieller –bir diğer adıyla Savaşçılar- artık Rüya Avcılarına itaat ediyordu. İki taraf da onları yönetecek bir Kurucuya sahip değildi. Duyduklarıma göre başlarında Nora'nın abisi Charles vardı. Eğer bu doğruysa, düşmanlarımız aklını kaçırmış olmalıydı. Charles; narsist, sadist, mazoşist bir deliydi. Ona katlanmak devasa bir havuzda piranalarla yüzmekten daha çekilmezdi.

Charles ve ordusunu düşünmeyi bıraktım.

Rüyamda sürekli ailemi görüyordum. Annemi, babamı ve ölen kız kardeşimi. Rüya Avcılarının Eleanor –kardeşim- hakkında bir şeyler bilmesi beni ürkütüyordu. Çünkü şimdiye kadar kimsenin ondan haberi olmamıştı. Eleanor doğmuştu ve ölmüştü. Bu kadardı. Ondan kimsenin haberi olmamıştı ve olamazdı da. Eleanor bizim için bir sırdı. Ve sırları herkes değil belli kişiler bilirdi. Rüya Avcılarıyla ortak bir sırrı paylaştığımızı sanmıyordum. Onlarla paylaşabileceğim tek şey, onlara işkence edeceğim anlardan ibaretti. Hepsinin derisini yüzmek ve hayatına son vermek istiyordum.

Aliento'da öldürülmediğiniz sürece ölmezdiniz. Benim kardeşim öldürülmüştü.

Doğum günlerimiz yedi yılda bir gelirdi. Yani yedi yılın sonunda sadece bir yaş büyürdük. Burada gelişim oldukça yavaştı. Bu, ölümsüz olduğumuz için işimize geliyordu. Daha uzun süre genç kalabiliyorduk. Mesela ben şu an yirmi beş yaşındayım ancak yüz yetmiş beş yıl önce doğdum. Eleanor ise yüz beş yıl önce doğmuştu. Ben on yaşındayken. Fakat benim yaşamım yüzlerce yıl sürmüşken onun aldığı nefes sayısı sınırlıydı. Haksızlıktı. Ölmesi gereken ben iken ölenin o olması büyük bir haksızlıktı. Günahsız bir bebek yerine günahlarla vaftiz edilmiş bir kız çocuğu ölmeliydi. Günahsız bir bebek yerine bir hata yok edilmeliydi. Varlığı külliyen zarar olan et ve kemik yığını toprağın altına gömülmeliydi. Kendimden nefret ediyordum. En çok da Eleanor'u kurtaramadığım için.

Yine kasvetli bir rüyadan uyanmıştım ve uykum her zamanki gibi zehir olmuştu. Yavaşça doğruldum ve odamdan çıktım. Yorgun ruhum bedenimi de halsiz düşürüyordu. Ama bunu hak ediyordum. Huzurlu geceler ve deliksiz uykular benim kılıfıma uygun değildi. O yüzden geri kalan zamanda uyuyabilmek için o taşa elimi bile sürmedim.

Odamdan çıktım. Koridorda ilerlerken bana yaklaşan adım seslerini fark ettim. William'dı. Kokusunu duyabiliyordum. Kokusunu duyamıyor olsam bile onu adım seslerinden her şekilde tanırdım. William belli bir ritimle yürürdü. Ya da bana öyle gelirdi.

"Bu saatte tek başına yürümen sağlıklı değil, Milan.'' Beynimin içi bulanmıştı fakat bazı parçalar artık yerine oturuyordu. Tabii ya! Nasıl şimdiye kadar anlamamıştım? Sahte bir tebessümle William'ın yanına gittim. Yaklaştım, yaklaştım. Aramızda bir adımlık mesafe kalana kadar... Evet, haklıydım. O, William değildi. Sesi, davranışları ve beni terk edişi... Şimdiye kadar boşuna kızmış, boşuna üzülmüştüm. William beni terk etmemişti. "Senin gibiler bana zarar verebilir diye mi? Hayatım." Seri bir hareketle cebimden çıkardığım demir, kalemi andıran çubuğu önce gözlerine sapladım. İki gözünden de kanlar fışkırıyordu, çığlıklarını umursamadım. Acı içinde kıvranışını keyifle izledim. Yere yığıldığında haykırışlarına devam etti. Yanına yaklaşıp dizlerimin üzerine çöktüm. Canını yakmak bana tarif edilemez bir zevk sunuyordu. Gözlerinden fışkıran kan, kıyafetlerimi kirletmişti. Koku midemi bulandıracak dereceye geldiğinde "William nerede?'' diye sordum onun kılığına giren Savaşçıya. "Ne saçmalıyorsun Milan? William benim.'' Parmaklarımı sıkıca boğazına doladım. ''Ne yapıyorsun?'' Zor da olsa cümle kurmayı başarmıştı. Bütün vücudu kendini sıkmaktan kıpkırmızı kesilmişti. Baş ağrıtan cümlelerine devam etmesine izin vermeden "Sen söylemezsen, ben bulurum.'' Dedim ve elimdeki çubuğu birkaç kez daha gözlerine sapladım. Saçlarımın ve sıçrayan kirli kanın görüşümü engellemesini umursamadan zalimce gülümsedim. Her bir haykırışı kulaklarıma ulaştığında ona daha uzun süre işkence etmek istedim. Ama artık kendime engel olmalı, onu öldürmeli ve William'ı kurtarmalıydım. Kulağına doğru eğildim.

ALIENTOWhere stories live. Discover now