Bir gecede iki erkekle sevişmenin yorgunluğuyla saatlerce uyumuşum. Gözlerimi açtığımda vakit öğleni geçmişti. Cep telefonu ısrarla çalıp durmasa belki daha da uyuyacaktım. Uyku mahmurluğuyla elimi uzatıp telefonu aldım, ekrana baktım, kocam arıyordu.
“Hasan?” dedim.
“PTT havalesi gönderdim, gidip al. Çocuklar seni bekliyor, ufaklık her gün anne diye ağlıyor...” dedi. Kısa... Soğuk... Küskün... Kırgın... Kapattı telefonu... Öylece baktım, kaldım.
Ne yapmalıydım? Gitsem mi? Başka seçeneğim yok ki... Gitmem şart... Ekonomik durumum felaket... Böyle giderse yaşayabilmek adına, zevk için değil, para karşılığı seks yapan profesyonel orospu olacağım buralarda...
Diğer yandan çocukların özlemi bitiriyor beni, içimi kemiriyor... Peki gidince ne olacak? Neler yaşayacağım? Başıma neler gelecek? Kocama güvenebilir miyim? Beni nasıl karşılayacak?
Sorular... Sorular... Cevapsız sorular... Sonunda kararımı verdim. Kalkıp hazırlandım. İki parça çamaşırımı küçük çantaya koyup kapıyı kapatırken son bir kez baktım. Evime... Bir puştun kapatması olarak kaç ay geçirdiğim iki göz eve... Kırık dökük toplama eşyalarla dolu, harap görünümlü evime...
Yine de çok mutlu anlarım da olmuştu bu evde... İlk zamanlar benimle ilgilenen, sevişen gerçek bir erkekle geçirilen geceler, gündüzler hatta... Bağıra bağıra sevişmelerimiz, kendimizi kapıp koyverdiğimiz... O zamana kadar hiç tatmadığım değişik zevkler, bilmediğim seks oyunları, yeni beceriler...
Gözlerim yaşardı, kapıyı kapatıp çıktım. Ağlaya ağlaya postaneye gittim. Gidene kadar sakinleşmiştim. Kocamın gönderdiği havaleyi çekip garajın yolunu tuttum. İlk otobüse atlayıp İzmir’e, evime gitmek üzere yola çıktım.
Tüm yol boyunca endişeler, düşünceler beynimi kemirip durdu. Beni bekliyorlar mıydı? Ailem, komşular, çocuklarım, kocamın ailesi... Olanlardan sonra beni nasıl karşılayacaklardı acaba? Yüzlerine nasıl bakacağım? Ne diyeceğim onlara, ne anlatacağım?
Akşam saati kasabanın garajında mola veren otobüsten indiğimde kocam karşı kaldırımda dikilmiş, bana bakıyordu. Elimdeki çantayla kalakaldım. Aramızda geniş cadde, karşılıklı bakıştık.
Ne kadar sürdü bakışmamız, bilmiyorum. Sonra yavaş yavaş yolu geçip yanıma geldi Hasan... İfadesiz bir yüzle bana bakıyordu. Kıpırdamadan, donuk yüzüyle... Elini uzattı, hoşgeldin diyecek zannettim, tokalaşacak diye düşündüm. O telefondaki soğuk, uzak sesiyle,
“Çantanı alayım, çocuklar evde, seni bekliyorlar...” dedi. O beklemiyormuş, çocuklar bekliyormuş. Çantayı verdim, yan yana, iki yabancı gibi yürüdük eve giden yolda... Gözümde güneş gözlükleri, başım yere eğik, yarım adım gerisinde, takip ettim kocamı... Konuşmadık hiç... Eve geldik.
Çocuklarımla hasret giderdim ağlaya ağlaya... Öyle özlemişim ki onları... Öpüştük, koklaştık... Uyku saatleri geldi, gidip yatırdım onları, öpe öpe, koklaya koklaya...
Salona döndüm sonra... Hasan koltukta oturmuş, öylece bakıyordu bana... Hiç sesini çıkarmıyordu. Bana da karşısındaki koltuğa oturmak düştü, sessizce gidip oturdum.
Dakikalarca oturduk. Bir kelime söylemeden... Yere bakarak...
“Konuşsana Hasan...” dedim sonunda...