(26) Ufak Bir Kıskançlık Krizi

43 6 9
                                    

Bazı bölümleri atmam, yazmam geç sürebiliyor. Düzenleme yapmak ve yazmakta bu sıralar ağır ilerliyorum. Yoğun olduğumdan dolayı bölümler gecikebiliyor. Kısa bir süre böyle sürecek. Elimden geldiğince hızlı atmaya çalışırım.
Önümüzdeki bölüm için oy sınırı koyuyorum.
27. Bölüm: 13 oy sınırı
Ne kadar hızlı gelirse, yazıp hızlıca atmaya çalışacağım.
İyi okumalar... 😊

________________________________________________

(1 hafta sonra...)

Sözümüzün üzerinden 1 hafta geçmişti. Sanki dün olmuş gibiydi... Annem ve babam Mersin'e, Güney'in anne ve babası da Mersin'e dönmüştü. Yatağımdan kalktığım an, bugün pazar günü olduğunu anlayarak iç çektim. Bugün işe gitmiyordum. Ama iki gün sonra nöbetim vardı. Kahvaltı için mutfağa doğru ilerledim. Cemre hâlâ uyuduğundan dolayı, kahvaltıyı hazırladıktan sonra odasına doğru ilerledim. "Kalk hadi Cemre, kahvaltı hazırladım. Kalkmıyor musun?" Dedim. Hâlâ bir ses vermediğinde koluna dürterek tekrar söze girdim. "Anlaşılan kalkmıyorsun," diyip üzerindeki örtüyü asıldım.

"Ne oluyor?" Ne olabilirdi acaba?

"Kahvaltı hazırladım canım benim, bir şey olmuyor. Kalkmayacak mısın?" Gözlerini ovuşturarak ağır bir şekilde ayağa kalktı. "Sonunda!" Dediğimde güldüm. Odasından çıktım ve kahvaltı masasına bakarak eksik bir şey var mı diye kontrol ettim. "Hastaneye gitmiyor musun sen?" Başımı sağa sola sallayarak, "Hayır, normalde bugün nöbetim olduğunu sanıyordum ama yanılmışım. İki gün sonra nöbetim var. Fakat nöbetim sabahtan geceye kadar olduğundan dolayı ertesi gün de tekrar hastaneye gideceğim." Güldü.

"Bayağı zormuş o zaman," başımı salladım. Gerçi çok fazla yorulduğum söylenemezdi. "Benimkinden zor olamaz!" Güldüm. Sonuçta dava çözmek, olaylarla uzun zaman ilgilenmek kolay bir şey değildi. "Sen şu telaşı atlattığına şükret," dediğinde yutkundum. "Cidden, ben ona şükrediyorum. Bir an hiç bitmeyecek zannettim." Öyleydi. "Artık sen düşün," bir an iç çekti. "Benim düşünecek bir şeyim yok, nasıl olsa daha üç hafta var." Üç hafta da olsa o gün gelip çatacaktı.

"Öyle olsun bakalım," diyip gülümsedim. Telefonuna gelen mesajla birlikte telefonuna odaklandı. "Ne?" Dediği an ona baktım. "Ne oldu?" Dediğimde iç çekti. "Kurduğumuz o grubun mesajına bakar mısın?" Dediği an tezgahın üzerinde duran telefonumu elime aldım ve kurduğumuz o gruba girdim. Çınar ve Güney aynı anda mesaj atmışlardı. "Arkadaşlarımızdan birinin düğünü var bu akşam, isterseniz siz de gelin." Güney bunu yazmıştı. "Gelmeniz şart zaten!" Çınar ise bu şekilde karşılık vermişti. Gülme ile karışık, "Ee ne yapacağız?" Diye sordum Cemre'ye. "Valla bana uyar, fark etmez. Madem istiyorlar..." Bunu Cemre söylemişti.

Şaka mıydı?

Her ne kadar gitmek istemesemde kabul etmekten başka seçeneğim yoktu. "Peki, gidelim o zaman." Dediğimde sohbete girdim ve yazmaya başladım. "Bize uyar, saat kaçta?" Yazdım. "Biz görevden çıkınca, saat 20:00 civarlarında." Diye saati belirtti Çınar. "Bugüne de eğlence çıktı ***" diyip içinden küfür savurduğunda Cemre, kahkaha attım. Kahvaltı ettikten sonra birlikte masayı topladığımızda aynı anda nasıl oldu bilmiyorum ama ikimizde kendi odalarımıza geçtik.

Ne giyeceğimi tam olarak hazırlamamış ve karar bile vermemiştim. Her şeyi son dakikalara bırakan bir insan olduğum için tam da son dakika belirliyordum bazı şeyleri. Cemre bile hazırlanmıştı. Dolabımdaki elbiselere baktım. Siyah ve oldukça zarif gözüken bir elbise seçtim rastgele. Kolye ve yüzük tarzı takılarımı taktıktan sonra da odamdan çıktım. Saçıma her zamanki gibi klasik bir şekil vermiştim. "Bekleye bekleye ağaç oldum burada. Ne bitmez süsün varmış!" Cemre'nin bana karşı kurduğu bu cümleye gülmekten başka bir şey yapamadım.

AŞK NEREDEN NEREYE? (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin