otuz bir

1.5K 218 12
                                    

"Tırnak etlerine zarar veriyorsun." Dimitri'nin uyarısıyla kafamı eğip elime baktım. Tıpkı bahsettiği gibi tırnak etlerime zarar vermiştim. Hatta bazılarını tırnaklarımla o kadar çok geriye itmiştim ki kan bütün çirkinliğiyle ortaya çıkmıştı. "Neden bu kadar streslisin?"

"Stresli değilim," dedim, başımı onaylamaz anlamda sallarken, "Sana öyle geliyor." kafamı koltuğun başlığına yaslayıp içime derin derin soluklar aldım. Gözüme önünde durduğumuz evim çarptı. Geçen iki haftanın ardından içeri girip pasaportumu alma zamanım gelmişti. Dimitri işlerini hallettiğine göre evet o gün bugündü.

Bebeğim geçen sürede beş aylık olmuştu. Birkaç kere bana dokunmuştu. Onunla tanışmıştık. Sevimli bir şeye benziyordu. Ne zaman üzülsem bana duyarsız kalmayıp iletişime geçmişti. Pekala, belki de ben öyle sanıyorum. Şu iki hafta o kadar hızlı ve karmaşık geçmişti ki ben birinin neyim olduğunu sormasına ihtiyaç duymuş olmalıyım. Kesinlikle böyle.

Kendime gelmek adına gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. Kocam olacak adamın bakışlarını üzerimde hissettiğim için pes ettim. "Peki, sen kazandın. Londra'ya gideceğimiz için strese giriyorum." 

"Londra, İstanbul'dan daha sessiz." malum olayın yaşandığı gün soluğu onun yanında almıştım. Tek diyebildiğim "Keşke sağır olsaydım." cümlesiydi. Vera Hanım'ın kulağıma doğru "Hastasın," diye fısıldadığı an aklıma geldikçe içimden hala aynı cümleyi geçiriyordum. Dimitri'yse girdiğim depresyondan durumu az buçuk anlayıp, kendi kafasında yorumlayıp, bana yurt dışı teklifiyle gelmişti. Hiç düşünmeden kabul etmiştim. 

"Yine de eğer gitmek istemiyorsan," dediğinde "İstiyorum." deyip lafını böldüm. Ellerimi karnıma sardım. "Endişelerim kendim adına değil Dimitri. Oğlumun geleceğini düşünüp strese giriyorum. Her annede olur."

Yüzümü bir süre gerçek mi söylüyorum yoksa onu geçiştiriyor muyum diye inceledi. Akabinde "Dediğin gibi olsun," diyerek arkasına yaslandı. "Oğlun için endişeleniyor ol. Zaten gerisinin yakında pek bir önemi kalmayacak."

Olumlu mırıltılar çıkararak kucağımdaki çantamı alıp kapı koluna uzandım. "Beş dakikaya gelirim." kolu indirmek suretiyle kapıyı açtığımda onun da kapısının açıldığını duydum. Göz ucuyla dönüp baktım. İçeriden benden önce çıktığını gördüm. Kendi tarafıma yöneldim ve arabanın içerisinden çıktığım gibi kapıyı arkamdan sertçe kapadım. Arabanın arkasından dolanan Dimitri'ye "Neden indin?" diye sordum.

"Daha önce hiç evinin içine girmediğimi hatırladım," yanımdan geçip gitti. "Merak ediyorum."

Aslan'ın evin içinde olabileceği düşüncesiyle gerim gerim gerildim. Bir müddet olduğum yerde öylece kalıp indiğim arabada göz gezdirdim. En son şoför bir şey istediğimi sanarak yolcu camını indirdi. "Ceketinizi mi vereyim?" sorusuyla eş zamanlı olarak Dimitri "Gelmiyor musun?" diye seslendi.

Şoföre karşın başımı onaylamaz anlamda sallayarak büyük bir yenilmişlikle arkamı döndüm. Dimitri'nin bahçe kapısının önüne kadar giden vücudu görüş açıma girince kaşlarım çatıldı. Bahçe kapısı açık olmadığına göre Aslan buraya gelmemiş olmalıydı. Sahi, aklıma annesinin anahtarı sakladığı bir ihtimal hiç gelmemişti. Halbuki bu tam yapılması gereken davranıştı. Sersemlemiş bir ifadeyle ilerlemeye başladığım sırada dudaklarımda acı bir gülümseme belirdi.

Aslan'ı son kez göremeyecekte olsam Dimitri'nin bu rezillikten haberdar olmayacağına seviniyorum.

"Sanırım eşine kahve yapmaktan memnuniyet duyuyorsun," mübalağa etmesine karşın elimi çantama atıp anahtarımı çıkardım ve hemen dibinde durduğum an yüzüne bakarak "Ya ne demezsin." deyip anahtarı deliğe soktum. "O kadar memnuniyet duyuyorum ki anlatamam."

"Desene bu hamaratlığınla, Londra'daki evimiz için ayarladığım çalışanları işsiz bırakacaksın." 

Kilidi döndürdüm. Kapı açıldığında ilk iş olarak ileri itip Dimitri'ye girmesini işaret ettim. Girmedi. Davete icabet etmeme nedenini öğrenebilmek adına gözlerine odaklandığımda eliyle ileriyi gösterdi. Adeta "Önden bayanlar," der gibi. Onun aksine bu konuda aksi bir tepki göstermeden içeri girip ilerlemeye başladım. Peşimden geldiğini duyumsadığım vakitlerde "Manipülatifsin." dedim.

"Onu da nereden çıkardın?"

"Sana kahve konusunda bir söz vermediğim halde öyle güzel yerde öyle güzel durumu yedirip kendince söz aldın ki anlamam kaçınılmaz oldu. Ayrıca öncesini de düşününce daha çok emin oluyorum. Kesinlikle manipülatifsin." bugünümün konusu bu olmadığı için gayet sakin bir edayla izah ettiğim mevzuya karşın Dimitri'nin abartılı bir tepki verdiğini, yürümeye son verdiğini, hissettim. 

Sıkıntıdan yaptığım çıkarımı bu denli ciddiye almasına şaşırmadan edemedim. Fakat onun aksine durmadım. Kapının önüne kadar giderek doğru anahtarı buldum, deliğe soktum. Kilidi döndürebilmenin verdiği sıkıntıyla alnımı kapıya yasladım. "Bugün gerçekten kötüyüm," dedim, içime kaçan sesimle, "Daha sonra senin ruh hastalığını konuşsak olur mu?"

Bana doğru yaklaştığını duyunca durumu kabullendiği sanıp titrek bir nefes aldım. Yanımda dururken "Seninkileri de konuşacaksak neden olmasın." dedi. Gözlerim irileşti. Neden bahsettiğini anlayabilmek adına anında yüzüne kitlendim. Kapıyı dalgın bir ifadeyle izlediği sırada "Gerçi henüz seni tam çözebilmiş değilim. Sadece sorunlarından kaçtığını biliyorum. O da hastalıklarını konuşmak için yeterli bir done değil." dedi.

Aslan'ı bilmediğini idrak eden vücudum yavaş yavaş sindi. Zihnim hala duman altı olsa da kilidi sonuna kadar çevirip kapıyı açtım. Anahtarı deliğinden çıkararak içeri girdim. "Haklısın," burada olmadığını bilmeme rağmen etrafta onu aradım, "Ben sorunlarından kaçan bir insanım."

Peşimden ağır ağır içeri girip kapıyı kapadı. "Benim manipülatiflik mevzusunu dediğin gibi sonra konuşalım çünkü kabul etmeyeceğim için sohbet uzun sürebilir."

Evde hiçbir emaresine yaslamadığım küçük sevgilimin büyük yokluğu içimi sızlatırken "Öyle yapalım." dedim. Ardından anahtarımı, çantama koydum ve merdivenlere yöneldim. "Ben pasaportumu alıp geliyorum. Sen de kupayı yıkamak koşuluyla kendine kahve yapabilirsin."

Merdivenlere ulaşmamla birlikte basamakları son kez çıkacak olmanın verdiği hüzünle "Niye böyle oldu ki?" diye fısıldadım. Dimitri'nin adım seslerini duyunca harekete geçip basamakları bir bir çıkmaya başladım. Annemin çocukluğunun geçtiği evin havasını son kez soluyor, o sıcaklığın etrafımı sarmasına son kez izin veriyor ve Aslan'la sevişmeye fırsatım olmadığı merdivenleri son kez çıkıyorum.

Bir dakika, ne?

Başımı onaylamaz anlamda sallarken kalan basamakları seri adımlarla çıktım. Dimitri'nin derinden gelen "Bence sen de manipülatifsin." sözlerine karşın duraksar gibi olsam da bunun kötü bir fikir olduğunu bildiğimden ilerlemeye devam ettim. Bir an önce bu evden çıkıp gitmeliydik. "Kupayı yıkayıp yıkamamak benim kararım olmalı." serzenişine aldırış etmedim.

Basamakları bitirir bitirmez koridorda sola dönerek odama yürümeye başladım. Tıpkı iki hafta önce bıraktığım gibi olan evimin her bir yanını süzerek ilerledim. Aslan'a muhtemelen öyle bir yıkım yaşatmıştım ki burada olsa her bir yanda içki şişesi olabilirdi. Hatıralarıma sosyal medyaya koyduğum postun altına yazdığı şey düşünce kalbim fiziksel anlamda acıdı. "Olması gereken oluyor." odamın önüne gelince durdum. Karnıma bakarak "Olması gereken yaşanıyor oğlum." dedim.

Herhangi bir harekette bulunmadığı için destek alamamanın verdiği buruklukla kafamı kaldırıp kapıya uzandım. Kolu indirip usulca içeri girdiğimde ilk hedefim zamanında pasaportumu koyduğum şifonyer oldu. Kapıyı açık bırakarak oraya doğru yol aldım. Ta ki kapının kapandığını duyana kadar. 

İki üç adım atmışken duyduğum sesle o tarafa döndüm. Aslan'ın bana bakmaksızın kapının kilidini döndürdüğünü gördüm. 

bir küçük aids meselesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin