on üç

2.5K 269 15
                                    

Kahve makinesinin iki çıkıntılı deliğinden akan sıvıları seyre daldığım vakitlerde adım sesleri kulağıma ilişti. Az evvel doldurup tezgaha koyduğum krem renkli kupama göz attım. Onu ben içiyordum, Aslan'ın inek desenli kupası ise hala makinenin işlevini bitirmesini bekliyordu. Gittikçe yaklaştığını duyduğum ve hissettiğim küçük erkeğe karşın "Şimdi gelecektim," dedim. 

Hem makine işi uzattığı için hem de ağırdan aldığım için zamanın uzadığının farkındaydım. "Sen ben gelene kadar," makinenin diğer tarafında durup kupamı eline aldığını görünce sekteye uğradım. Zor bela silkelenerek kendime gelmeye çalışsam da kahvemi içtiğini görünce ister istemez dengem şaştı. "Hangi konularda eksik olduğunu yazsaydın..." ağzımın içinde konuşmamla birlikte kahveden bir yudum daha alıp kupayı tutarak bana döndü. Bir yandan belini tezgaha yaslarken bir yandan da olumlu mırıltılar çıkarıyordu.

"Yazdım, hocam." 

"İyi yapmışsın," dönüp dolmakta olan kupayı kontrol ettim, "Ondan ben içiyordum Aslan." nihayet rahatsızlığımı dile getirebildiğimde "Benim için sıkıntı yok," deyip bir yudum daha aldı.

Bu defa kupayı dudaklarından uzaklaştırırken beğendiğine dair nidalar çıkarmayı ihmal etmemişti. Bu hali huzursuzluğumu katlayarak arttırdı. "Peki ya benim için?" dedim, kahveye süt eklerken, "Ya benim için sıkıntı varsa?"

"Eğer rahatsız olsaydınız benimle yiyeceklerinizi paylaşmazdınız." çıkarımı o kadar mantıklıydı ki durup düşünmeden edemedim. Evet, bugüne kadar onunla birçok yiyeceğimi paylaşmıştım. Tıpkı çiçek ekerken su içtiğim mataramdan su içmesine izin vermiş olmam gibi. Geçmiş yeni yeni kafama dank ediyordu. Aydınlanmanın verdiği buruklukla işi biten kupadan aldığım bakışlarımı ona çevirdim. 

"Belki de artık rahatsız oluyorumdur?"

Sakince elindeki kupayı tezgaha koydu. "Yine mi babanızla konuştunuz?" 

Neden bahsettiğini anlamadığım için yüzüne boş boş baktığım vakitlerde ağır ağır gelip arkama geçti. Önüme düşen saçlarımı nahifçe sırtıma doğru yönlendirdi. Normal şartlarda yanlış anlayıp karşı çıkmayacağım bu harekete şimdi karşı çıkmak istiyordum. Ancak devamını merak eden yanım daha ağır basıyordu. Mesela bana karşı hep mi böyleydi, ben yeni mi aydınlanıyordum?

Saçlarıma boylu boyunca dokunup elini belimin iki yanına yerleştirerek beni hafifçe kendine çekti. Anın verdiği boşluk hissiyle gereğinden fazla gidince kalçam erkekliğine değmiş bulundu. Gerginlikten bir çare aralık dudaklarımla olup biteni düşlerken o çeyrek adım kadar geri çekildi. Ellerini belimden yukarıya göğsüme kadar hiç çekmeden çıkardığı esnada kulağıma doğru "Ne zaman babanızla konuşsanız öfkenizi başkalarından çıkarıyorsunuz." dedi. Vücudumu örten ince kumaş parçasına biraz daha dokunarak ellerini çekip kollarıma sardı. Dikleşmemi istediğini anlayıp dikleştim. Bahçede bir iki kere omuzlarıma yaptığı masajı burada da yapacağa benziyordu. Eli her ne kadar çıplak kollarımda fazla oyalansa da inanıyordum, yapacaktı.

"Bu defa ne dedi?" diye sorup haddinden fazla verdiği molaya karşın ellerini nihayet omuzlarıma çıkardı. Mola mı? Evet, mola. Mağazaya geldiğinde ilk iş sigara molası veren satış danışmaları gibi, mesai saatinden yarım saat sonra hastaneye gelip kahve isteyen ve bitirene kadar hasta kabul etmeyen doktorlar gibi, okula gelip ilk dersten itibaren telefonuna sarılan öğretmenler gibi mola verdi. Anlamsız ve etkileyiciydi. Öyle ki ellerini kollarımdan yukarı çıkardığında olmayan tüylerimin havaya kalktığını duyumsadım.

Kalbimse gerginlikten bir çare az önceki anın etkisinden çıkmaya çalışıyordu.

Omuzlarıma yavaş yavaş masaj yapmaya başlayan çocuğa karşın "Aslan," diye mırıldandım. Baskısını arttırırken "Sizi çok kızdırmış olmalı," dedi. 

bir küçük aids meselesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin