2. Bölüm

630 110 55
                                    

Damon

Shetaria'nın yükselen savaşçısı, çamurların içinde göğsündeki derin yaraya yumruğunu bastırarak ilerlemeye çalışıyordu. Kaçıyordu ama nereye kadar kaçabileceğini bilmiyordu. Gözü pekti, yığılmaz, yenilmez ve acımasızdı. Ruhları ayırt etmezdi, onları bedenden ayırmak için yoluna çıkmaları yeterdi. Yaşı, dini, ırkı asla görmezdi. Bu yüzden ona Cellat lakabını vermişlerdi.

Adını diyarlara duyuran paralı asker, görevini her zaman tamamlamasıyla ünlüydü. Fakat bu kez, canı görevinden üstün gelmişti.

Gözlerine giren teri görüşünü kısıtlıyordu. Soğuk sularla ıslandığını hissediyordu. Topallayarak karanlık çalıların içinde geziyor, peşindeki askerlerden kaçmaya çalıyordu.

Başaramayacağını biliyordu.

Fakat içgüdüleri öne geçmişti, ona koşmasını söylüyordu. Koşamıyordu. Kaval kemiğinden içeri giren dal parçasını çıkarmaya vakti yoktu. Göğsünü yarıp geçen kılıç darbesine karşın hâlâ ayaktaydı. Kolları, bacakları, yüzü, saçları... her yeri kendi kanına bulanmıştı. Avucunu azıcık kaldırdığında parmaklarının arasından kendi kanı kalın iplik gibi aşağı dökülmeye başladı. Küfür savurdu, tekrar yaraya bastırdı.

Kılıcının ucu toprağı süpürüyordu. Kolundan bir parçaya dönüşen çeliğin bir değnek görevi göreceğine asla inanmazdı. Sesleri duydu. Dönüp arkasına bakmadı. Aldığı şiddetli nefesleri dudaklarının arasından veriyordu. Ağzında biriken tükürükler bile ona ağırlık yapıyordu. Her saniye canından olduğunu biliyordu.

Ormanın içinde izini kaybettirememişti. Bu derin yaralarla saatlerdir yürümeyi başardığı için şaşkındı. Ölümden korkmuyordu, hatta ölmeyi diliyordu lakin ona çığlık atan içgüdüleri karşısında kendi dili bile tutulmuştu.

Yaşamayı istediğini bilmiyordu.

Parmaklarındaki güç yavaşça kaybolduğunda kılıcı yere düştü. Tüm enerjisini yürümeye vermeliydi lakin ay ışığında bile parıldayacak kandan ipuçlarını arkasında bırakıyordu.

Teni karıncalanıyordu, elleri uyuşuyordu ama düşündüğünün aksine bayılmaya yaklaşmıyordu.

Kan kaybından ve acıdan sesler duyduğuna inanmaya başladı. Aklı onunla oyun mu oynuyordu?

"Daha derine. En derine. İlerle. İlerle. Durma!"

Gözlerini sımsıkı kapadı. Bu ses hiç tanıdık değildi. Kafasının içindeki böcekler onu ilerlemeye itiyordu. Ses kahkaha atmak üzere olan bir canavarınkine benziyordu. Ona ilerle ve durma deyip duruyordu. Sonra ses değişti. Aynı hiddette ama bir başkasına ait gibiydi.

"Aranan bulunamazsa birbirlerine düşecekler. Bekle. Bırak birbirlerini yesinler. İzleyelim, bölünmelerini bekleyelim! Onlarla oyun oynayalım."

Bu ses daha heyecanlıydı. Onu takip eden iki gözü andırıyordu. Nerede olduğunu asla belli etmiyordu. Düşmanlarını kurnazlıkla kandıracak, hilekâr oynayacaktı. Bu ses öyle bir sesti.

Damon delirdiğine inandı.

Savaşçı son nefeslerini çekerken orman yolu eğimli bir hal aldı. Gözleri zaten görmüyordu ve o kadar karanlıktı ki sonunda ne olduğunu bilmiyordu.

Eğimli yolun tepesinde durdu. Arkasından gelebilecek oka hazırlandı veya kılıç darbesiyle karşılaşacaktı. Emin olduğu tek şey, savaşmadan ölmeyeceğiydi.

O karanlık, bir adım ötesindeydi.

"Bazen cesaret, aptallıktan doğar. Köre adım atmak, ölümü de getirebilir yaşamı da. Bir adım, bir karar."

GirdapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin