Üzerime bir şeyler geçirirken gemi sağa yattı. Rha pantolonunu iliklemekten son anda vazgeçip bileğimi tuttu, beni yuvarlanmaktan kurtardı. İkimiz üst üste yatağa düştük. "Bu da ne!"
"Bilmiyorum, hemen giyin."
Upuzun gömleği iliklerken kamaradan dışarı koştum. Hemen arkamda Rha vardı. Denizin üzerinde sallandığımız için koridorda bir sağdaki bir soldaki duvara yapışıyordum, omuzlarımı çarpıyordum.
Güverteye bastığımda gördüğüm manzara Akrep'ten çıkarken yaşadıklarımızdan çok daha kötüydü. Wara bir direğe kollarını ve bacaklarını sarmıştı, düşmemeye çalışıyordu. Kaptan tepemizdeydi, korkuluklara sarılmıştı. Mürettebatın bir yarısı güvertenin tam ortasında duruyorken kalan yarısı aşağıya bakıyordu. Ren kapının kolundan güç alıyor ve gemi yana yattığında düşmemeye çabalıyordu.
Herkes çığlık atıyordu. Herkes.
Fakat gemideki kişi sayısının yüz katı kadar ses geliyordu.
"SİREN!" diye bağırdı Ren bize sesini duyurmaya çabalayarak. "Sakın aşağı düşme! Onlar... düştüler." dedi geminin öbür tarafına bakarken.
"ŞİMDİ!"
Bam.
Topların hepsi aynı anda patladı.
Parçalanan etler kapkaranlık okyanusun üzerinde dağıldı, her bir parça suya düştüğünde sesler çıktı.
O sırada tepemizdeki merdivenlerde duran kaptan kılıcını çekti. "Gemiye tırmanmalarına izin vermeyin! Korkmayın sizi aptallar! Gemiye çıkarlarsa işimiz zaten bitecek!"
Top ağızlarına kadar tırmanan sirenlerden konuşuyorlardı.
Herkes aynı anda köşelere dağıldı. Kılıçlarını çektiler lakin denizin içinden gemiye vuran, bizi sallayıp duran sirenleri böyle öldüremeyeceklerini de çığlıklarla belirtiyorlardı.
Koridordan uzanan kısımda donakalmıştım. Herkes bir şeyler söylüyordu.
Siren mi?
Bu bir masal değil miydi?
Wara ve Ren'le birlikte geminin iskele tarafından aşağı sarktım.
Suyun her tarafındaydılar. Çevremizde yüzlerce kuyruk görünüyordu. Tepeye yükselmeden önce öyle bir çığlık atıyorlardı ki kız çocuklarının ses telleri patlamış gibi kulağıma sesleri doluyordu.
"Biz uyurken geminin çevresini tamamen sarmışlar ve tırmanmaya başlamışlar. Kaptan onlar topların ağzına gelene kadar bekledi ve ateşledi. Çoğu aşağı düştü ama yüzlerce var. Hatta binlerce!" Wara geminin burnundan ilerisini gösterdi.
Ay ışığının altında parlayan kuyruklarından ötürü okyanus görünmüyordu.
Geminin dibinde hepsi üst üste binmişti, gemiyi sallayan da bunlardı. Vuruyorlardı. Ve dediği gibi... tırmanıyorlardı.
Aşağı bakarken bir tanesi incecik ve sipsivri tırnaklarını gemiye geçirdi. Onu görüyordum. Onu net bir şekilde görebiliyordum.
Elini kanca gibi kullanıyordu, kadın silüetine sahipti. Saçları suyla ıslanmış ve yüzüne yapışmıştı. Teni ay kadar beyazdı. Kuyruğunun pulları parlıyordu, gemiye örümcek gibi tırmanırken kuyruğunu sallıyordu. Pulları karnının üzerinden göğsüne kadar çıkıyordu ama belinin üstü daha çok bizim tenimizi andırıyordu. Göğüsleri vardı lakin göğüs uçları yoktu.
Bu neydi böyle?
Diğer elini kaldırdı ve o sipsivri uzun tırnağını ahşaba sapladı. Kuyruğunun ucuna kadar dışarı çıkmıştı. Onlarcası çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Girdap
FantasyTanrıların ruhu Çakal, Tilki ve Kurt'tur; biri olmazsa diğeri kaybolur. Savaşçının bedeni üç ruhu kabul eder. Bir bedende dört ruh taşır. Yükselen savaşçı Damon, Çakal, Tilki ve Kurt, tek olmayı öğrenmiştir ama hepsinin sesi farklıdır, ayrıdır. Bund...