11. Bölüm

802 122 82
                                    

Demirci ocağının başındaki sıcaklık suratımı yakıyordu. Çeliklerin dövülme sesi ritmik şekilde kulağıma geliyordu. Çok sıcaktı. Ter kokuyordu. Kılıçlar duvarlara çakılmıştı, henüz işi bitmemiş zırhlar dört bir yandaydı.

Pat. Pat. Pat.

Güçlü ve usta kollarla şekil verilen kılıç sesi bir yerden sonra beni rahatsız etmemeye başladı.

Demircinin içinde ne işim vardı?

Sağıma soluma bakındım ve o sırada ocağın başındaki kılıcı kovanın içinden çıkaran, eline alan ufak çocuğu gördüm. En fazla sekiz yaşında olmalıydı. Saçları siyah ve dalgalıydı. Çocuk uzun açlarını arkadan toplamıştı ama öndeki asi tutamlar kıvrılarak yüzünün önüne düşmüştü. Suratı kir ve yağ içindeydi. Elleri, bu yaşta bu kadar pis görünmemeliydi.

Elindeki küçük kılıca bakarak koca bir tebessüm takındı.

"Usta!" Bağırarak döndü. Kılıca hayatının en büyük başarısı gibi bakıyordu. Onu tutuş şekli, dünyanın en kıymetli mücevherini eline almış kadar nazikti ama o kılıcı o mücevherlere bile değişmeyeceği kesindi.

Arka kapıyı kullanarak taşların arasından geçti ve demircinin diğer tarafına ulaştı. Koşarken atkuyruğundan çıkan bir tutamı avuçlarıyla düzeltti.

Sesler duyunca kapının yanında bekledi.

"Sana söyledim, çocuğun nerede olduğunu bilmiyorum." Ses başka bir adama aitti. "O burada değil. Bir çırağım var, evet ama annesini köyün öteki ucunda bulabilirsin. Fahişe, oğlunu bıraktı ve benim de bir çırağa ihtiyacım vardı."

Duyulan dövme sesleri bu adamın elinden geliyordu. Elindeki kılıcı bıraktı ve konuştuğu askere doğru başını kaldırdı. Adam çok ciddi görünüyordu lakin alnının kenarından akan terin sıcaklıkla alakası yoktu.

Asker içeriye bir bakış atarken kılıcını tuttu. "Çırağını getir, onu bir de ben göreyim."

"Burada değil." Adamın sesi yükseldi. Bunu duyan sekiz yaşındaki çocuk karanlığın içine doğru bir adım attı ve onları izlemeye devam etti.

Adama parlayan gözlerle bakıyordu. O gözlerde bir sürü şey görülebilirdi. Sevgi, saygı, içten bir duygu ve şimdi de korku.

Gözleri, menekşe rengindeydi.

Asker ona doğru yaklaştı. "On dakika önce çocuk buradaydı. Bana yalan söyleme ve onu hemen buraya getir."

Saçları ağaran adam yutkundu. "Kılıçları teslim etmek için gitti."

Asker kılıcını sımsıkı tuttu. "Bir çocukla göründüğünü biliyorum. Onu sakladığını biliyorum. Bana yalan söyleme, çocuğu getir. Yoksa götüreceğim senin kellen olacak."

Tehditkâr lafların üzerine çocuk sırtını duvara yasladı.

Yürürken ses çıkardı. Hem ustanın hem de askerin gözleri aynı anda kapı tarafına döndü. Çocuğun hafif çekik ve iri gözleri ustasından başka bir şey göremez oldu.

Adamın dudaklarını takip etti. "Kaç."

Bu kadar söyledi.

Çocuk arkasını döndü. Panikle hareket ettiği için ayağı kovalardan birisine takıldı ve kılıcı elinden düşerken başını şiddetle masanın köşesine çarptı. Kaşı yarıldı, kanlar çenesine doğru akarken avucunu yüzüne götürdü, kendi kanıyla karşılaştı.

GirdapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin