28. Bölüm - Çember

6K 756 99
                                    



28. Bölüm – Çember

Emel bakışları yolda, "Burada inebilirsin. İstediğin gibi seni tepeye kadar çıkarmıyoruz," diye mırıldandı. Saatini kontrol etti. "Zaten orada ziyaret saatleri daha başlamamıştır. Çıksan da beklemek zorunda kalacaktın. İstersen birlikte kahvaltı edebiliriz." Omzunun üzerinden bakışlarını bana çevirmeye çalıştı ama kucağında tuttuğu bebeği yüzünden gözlerimiz buluşamadı. "Buradan bizim eve çok kalmadı aslında. Taksiyle çıkmak yerine seni sonrasında biz de bırakabilirdik. Emin misin?"

"Teşekkür ederim," dedim çantamı toparlayıp omzuma asarken. Telefonumu ön koltuğun arasında uzatan Cengiz'e gülümsedim. "Zaten çok yardımcı oldunuz. Ben yakında bir yerde bir kafe bulur, telefonumu şarj etmeye devam ederim. Zamanı gelince de taksiyle cezaevine çıkarım. Tekrar çok teşekkürler."

Emel oğlunu ağlamasın diye kucağında sallamaya devam ederken araba durunca koltukta biraz daha arkaya doğru döndü. "Çok sevdim seni. Kendine iyi bak Balca."

Koltuğun arasından uzanıp omzunu sıktım. İki yabancıydık ama bana çok yardımı dokunmuştu. Ben de onu sevmiştim. "Hoşça kalın," dedikten sonra kapıyı açıp indim. Camdan bana el sallayarak uzaklaşırlarken onları izledim. Sonra da derin bir nefes alıp etrafı inceledim. Ortahisar alan olarak büyüktü ama merkezi küçük ve pek gelişmemişti. Çanakkale'de adım başı kafeye rastlarken burada zor olacağa benziyordu.

Cezaevi yerleşim yerinden uzakta, bir tepenin başında, ancak arabayla ulaşım sağlayabileceğim bir mesafedeydi. Kendimi burada bıraktırmamın nedeni görüş saatine kadar bir şeyler yemek ve kahve içebilmekti. Elbette yine kapanmaya çok yaklaşan telefonumu şarj edebilmekti.

Arabada edebildiğim kadar edebilmiştim ama hala uyarı verip duruyordu.

Şu an sabahın erken vakti sayılabileceğinden etrafta esnaf dışında çok fazla insan yoktu. Arabalar bile seyrek geçiyordu. Tellerdeki kuşların sesi ve sabahın kokusu Trabzon'un merkezinin ve yaylarının keyfini çıkarmak için gelmediğimi, sabahın köründe ağırlaştırılmış müebbet ile infaz edilen o pisliği ziyaret etmek için burada olduğumu hatırlatıyordu.

Bir çay ocağını geçtim ve aç olmama rağmen sokağa fırlayan sucuklu tostun ağır kokusu yüzümü buruşturmama neden oldu. Az ileride sarı, güneş şeklinde bir tabelayı fark ettim. Üzerinde Güneş'in Kahve ve Kahvaltı Evi yazıyordu. Civarda dükkânların az olduğu düşünülürse, bu çölde durmadan çağlayan bir pınar bulmak gibiydi.

Çantamı iyice omzuma sabitledim ve adımlarımı hızlandırdım.

Sarı tabelanın altından geçip aralık cam kapıyı iterek doğruca dükkânın içine girdim. Aslında ben içerinin boş olabileceğini düşünmüştüm ama sekiz masalı kafenin dört masası doluydu ve insanlar kahvaltılarını yapıyordu. Pankek kokusu bu kadar güzel bir şey miydi? Ya da sıcak ekmeğe sürülen çikolata. Tatlı aşığı yanım bir anda kafasındaki sorunların hepsinden sıyrıldığında yutkunarak cam kenarındaki boş bir masaya yerleştim.

Önünde tabelanın renginde önlük olan genç bir kız gülümseyerek bana doğru yaklaştı. "Günaydın. Hoş geldiniz. Ne alırdınız?"

"Ben," dedim ve içerideki cam pasta ve kek vitrinlerinde gözlerimi dolaştırdım. "Çok fazla kahveye ihtiyacım var. Büyük boy bir filtre kahve alayım. Yanında da süt potu. Kahvaltılık olarak da..." Yutkundum. Kahve ihtiyacım artık tavan noktadaydı.

"Şu an taze pankeklerim var. Ama geleneksel bir şeyler isterseniz mutfaktaki ablamıza mıhlama yaptırabilirim."

Yanımdaki büyük boy çantadan dolayı beni buralara yabancı sanmış olabilirdi. En mantıklı ihtimal ise herkesin birbirini tanıdığı bir yerde, sokağın nerdeyse tek kafesine ilk defa uğruyor oluşumdu.

KIZIL GERDAN (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin