Yıllar boyunca sadece seni istedim. Şimdi anlıyorum neden benim olmadığını.
__________
Hayat olduğu gibi akıp giderken ben de bu girdaba kapılmış, maraton ve sıradan hayatımın tadını çıkarıyordum. Sonunda istediğim gibi cerrah olmuştum. Çocukluğumdan itibaren bunun için çabaladım, hayal kurdum. Şimdiyse 3 senedir bu işteydim.
Bazen insanların öldüğünü görmek, onları kurtaramamak seni yerle yeksan etse de, kurtardığın insanları düşündüğünde buna değdiğini hissediyorsun. Ama yine de o boğucu hissi bunlar da geçirmiyordu. Sonuçta hastaneler ölüm yuvasıdır. Buraya giren her 4 bedenden 1 ölü olarak çıkar. İnsanlar belki de bu yüzden hastanelerden nefret ederler.
Aslında, haklılar. Kim sevdiğini alan bir yeri sever ki? Ben de pek sevmiyordum, bu doğru. Fakat aynı zamanda mutluluğu bulduğum tek yer burasıydı. Annemi bir hastanede kaybettim, fakat bu hastanede de kendimi buldum.
Şimdiyse masamda oturmuş, önümdeki hastanın çıkış belgelerini imzalıyordum. Bu akşam nöbetim vardı, fakat yarın izin günüm olduğu için de mutluydum. Eve gidip, dinlenmek için can atıyordum resmen. Aynı zamanda yarın gideceğim arkadaşımın düğünü için de mutluydum. Uzun zamandır herhangi bir düğüne katılmamıştım.
İmzayı atıp, dosyayı kapattığımda kapım çalmıştı. Oraya doğru kafamı çevirirken, "Gel." dedim.
Hemen ardından kapı açılmıştı. Çiğdem elinde iki bardak kahve ile içeriye giriş yaparken, "Doktor hanım, size kahve getirdim." dedi elindeki kahve bardaklarını kaldırarak.
En yakın arkadaşıma gülümseyerek, "Gel canım, gel." dedim.
Güler yüzüyle yanıma gelip, karşıma oturdu ve bardağı önüme bıraktı. Elimi kahve bardağına sararken o da bacak bacak üstüne atıp, kahvesini yudumlamaya başlamıştı.
Gözlerimi kısarak onu dikkatlice izlemeye başladım. Garip davranıyordu. Ne zaman bana bir şey söylemek veya yaptırmak istese hep böyle yapardı. Elinde bir kahve bardağıyla gelip, karşıma oturur ve bacağını bacağının üzerine atar.
Bardağı dudaklarıma yaklaştırıp, kokusunu içime çekerken, "Söyle, aklında hangi tilkiler dolanıyor da kuyruğu birbirine değmiyor?" diye sordum.
Çiğdem gözlerini devirip, bardağını yavaşça masaya bırakırken, "Aşk olsun, işim düşünce mi yanına geliyorum ben senin? Ne bu tavır?" diye karşılık verdi.
Ona gülerken, "Hayır, ama bir şey istediğin zaman bu şekilde geliyorsun. Elinde en sevdiğim kahveyle." dedim.
Çiğdem gülümseyerek bakışlarını indirirken alt dudağını dişleri arasına aldı. Muhtemelen söyleyeceği şeyi kafasında toparlayıp, vereceğim tepkiyi tartıyordu. Böyle davranıyorsa sinirlenme ihtimalim olan bir şeydi. O yüzden bir şey demeden beklemeye başladım. Ara sıra sıcak kahvemden birkaç yudum alıyordum.
Sonunda cesaretini toplamış olacak ki, "Ya kızarsan da kız bana ne. Biliyorsun, Ahmet'in bir arkadaşı var. İsmi Leyla. Çok güzel bir kız, işinde gücünde, parası da var ve iyi birisi. Biz Ahmet ile düşündük ki, sizi baş göz edelim." dedi direkt olarak.
Bunu duyduğumda gözlerimi kısarak ona baktım. Bu hareketimle hemen, "Hiç öyle bakma tatlım, kaç sene geçti üstünden. Aş onu ve hayatına bak. O kız gerçekten üzülmeye bile değmeyecek birisi." demişti.
Bardağı masaya bırakırken, "Çiğdem, benim kimseye takılı kaldığım falan yok. O yüzden aşacak birisi de yok. Sadece hayatımda kimseyi istemiyorum. Bu kadar zor mu yani?" diye karşılık verdim.