Birini sevmek demek, o değişirken de sevmeye devam etmek değil midir?
_________
Oğuz ile karşılıklı otururken gözlerim önümdeki dosyanın üzerinde gezinip duruyordu. Bakışlarım orada dursa da, aklım orada değildi. Tamamen boştu zihnim. İkimiz arasındaki sessizlik ölüm gibiydi. Gerçi, bunun habercisine de benziyordu.
Ne ben konuşuyordum, ne de o. Önümüzdeki dosyada yazanları ikimiz de biliyorduk, fakat bunun hakkında konuşmaya henüz hazır değildik. Ne zaman olacaktık bilmiyorum. Ama konuşmamız gerekiyordu.
Bizden bir şey çıkmayacak gibiydi. Sonunda kapım çalınmadan direkt açıldığında ikimizde oraya çevirdik kafamızı. İçeri Çiğdem neşeyle girmiş olsa da, bizi gördüğünde, "Ne oldu ya?" diye sordu.
Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes alırken, "Mirlan'ın sonuçları çıktı." diye mırıldandım.
Çiğdem'in bakışları bu dediğimle yumuşadı. Omuzları hüzünle inerken, "Durum kötü mü?" diye sordu.
Oğuz, "Şimdilik hayır, ama iyiye gitmediği ortada." diye cevap verdi ona.
Çiğdem'in bakışları bana çevrildi. Masanın kenarından dolanarak yanıma geldi. Elini sırtıma indirirken eğilip dosyayı okumaya başladı. Bakışlarımı onun yüzünde gezdirdim. Her cümleyi okuduğunda yüz ifadesi faklı bir hal alıyordu.
Sonunda okumayı bitirip, kafasını kaldırdı ve bakışlarını benimle Oğuz arasında gezdirirken, "Peki, şimdi ne olacak?" diye sordu.
Yutkunurken, "Kanser hücreleri vücuduna yayılmaya devam ediyor. Ciğerleriyle birlikte diğer organlar da zararda. Bu durum artık onun zihnine de etki etmeye başlayacak. Kısa süreli hafıza kayıpları başlayacak." diye açıkladım ona.
Mirlan'ın en açık özelliği onun hafızası ve zekasıydı. Mirlan bunu kaybetmekten nefret edecekti. Artık işini yapamayacak hale gelecekti. Bunu ona hangimiz, nasıl açıklayacaktık, bilmiyorum.
Oğuz kafasını sallayarak beni onaylarken, "İlacın dozunu artırmamız gerekiyor." dedi bana katılarak.
Doğru, bu da vardı. Şimdiki dozunda bile Mirlan ilaçtan sonra birkaç saat dinlenmek zorunda kalıyordu. Dozacı artırırsak hastaneden eve zar zor dönecekti.
Bütün bu düşünceler başımı ağrıtırken elimi kaldırıp, yüzümü okşadım. Kafam çatlıyordu resmen. Ne düşünceğimi bilmiyordum. Kayıp hissediyordum. Bu durumun içinde kaybolmuştum. Artık neler yapabileceğimi de bilmiyordum.
Çiğdem nefesini dışarı verirken kafasını sallayarak, "Onunla henüz konuşmadınız, değil mi?" diye sordu.
Oğuz da bende kafamızı sakladık. Henüz konuşmadık ve hangimiz konuşmalıydık bilmiyorum. Muhtemelen ikisi de bunu söylemek için beni seçecekti. Fakat onun karşısına geçip, bu durumu anlatacak gücüm var mıydı bilmiyorum. Muhtemelen yoktu da.
Oğuz, "Mirlan üçümüz arasında en çok sana düşkün ve bağlı. Belki de onunla sen konuşmalısın." diyerek düşüncemi doğruladı.
Aslında inkar etmek istiyordum. Bunu yapamayacağımı biliyordum. O yüzden, "Bunu birlikte söylesek? Bars'ı da çağırarak onun burada olmasını sağlayabiliriz." dedim.
Oğuz birkaç saniye düşünmek için bekledi. Bunu yapmak isteyip istemediğini tartıyordu. Senelerce Mirlan ile o uğraşmış olsa da, hiçbir zaman durumu bu kadar ağır olmamıştı. Şimdiki durum en kötüsüydü ve artık o da baş edemiyordu.
Sonunda beni onaylayarak, "Tamam, öyle daha iyi olur." diye mırıldandı.
Ondan cevap geldiğinde kafamı sallayarak Çiğdem'e baktım. Bakışımdan ne sormak istediğimi anlayarak, "Hastam olmazsa ben de katılacağım." dedi.