Benim sana verebilecek hiçbir şeyim kalmadı. Daha fazla ne verebilirim ki?
_________
Akşam eve gelip, kapıdan içeri girdiğimde beni karşılayan karanlık ve sessiz evle derin bir nefes aldım. Elimdeki siyah çantayı yandaki tekli koltuğun üzerine bırakırken ceketimi de kapı önündeki dolabın içinde olan askılığa astım.
Muhtemelen biraz sonra Çiğdem burada olacaktı. O yüzden şimdiden yemeği yapmaya başlasam iyi olurdu. Ama üzerimdeki bu hastane kokusundan kurtulmak için yukarı çıkıp, üzerimi değiştirmeye karar verdim. Hazırlanıp, odadan çıkacakken gözlerim tekrardan o çekmeceye kaydı.
O hayatıma geri döndüğünden beri oraya gözüm çok kayar oldu. Fotoğraflarımıza daha çok bakmak ister oldum. Sanki her seferinde onu affetmemek için, onu özlememek için kendime neyi mahvettiğini hatırlatmaya çalışıyordum. Bizi mahvettiğini, beni, kendisini.
Şimdiyse her şey tekrar dağılmıştı. Toparlamaya çalıştığım her şey başa dönmüştü. Tekrar elimden kayıp gidiyordu, ama bu sefer hiç dönmemek üzere. Ne yapmam gerekiyordu? Ne yapmalıyım? Bilmiyorum, ben yine kaybolmuştum. Seneler önce onsuz kaldığımda olduğu gibi. Kayıptım tamamen.
Sanki bu evren, bu dünya beni mutsuz etmek, cezalandırmak için elinden geleni yapıyordu. Oysa ben ne yapmıştım ki? Birisinin ahını mı aldım bu kadar şeyi alıyorsun benden?
Kalbimden geçen her iyi şey aksi bir şekilde bana döndü. Tanrı ilk kez benim sesimi duymuştu. Onu benim hayatımdan çıkarmasını istemiştim, fakat bu şekilde değil, böyle değil. Onsuz yaşayabilirim, ama aynı zamanda onsuz yaşayamam.
İşte o anda aklıma eskiden okuduğum bir hikayede söylenen bir cümle geldi. 'Yürekten istediğin bir şeyi dile getirdiğinde gerçek olmaz'
Mirlan ile uzun, sevgi dolu bir hayat dinliyordum her doğum günümde, her dua ettiğimde. Hiçbiri gerçek olmadı, olmayacaktı da bundan sonra.
Gözlerimi kapatıp, kendimi toparlamak için derin bir nefes alırken, "Gelmemeliydim, Mirlan. Bir daha hayatıma girip, onu altüst etmemelisin." diye mırıldandım.
Oraya bakmayı kesip, arkamı döndüm ve odadan çıktım. Merdivenleri inip, mutfağa gidecekken kapı çalmıştı. Çiğdem'in gelmesi için erken bir vakitti. Bu yüzden kaşlarımı çatarak kapıya doğru ilerledim.
Fakat o beni şaşırtarak, "Hey, güzelim bu akşam boş musun?" diye sordu bir elini kapı pervazına yaslamış, ağzında bir adet mavi gül ile.
Ona yüzümü buruştururken, "Bu ne hal ya?" diye sordum.
Çiğdem gülü ağzından çıkarırken bana gözlerini devirerek, "Romantik olmama da izin verme, tamam mı?" demişti ve içeri girmişti. Gülü bana uzatırken o şirin gülümsemesiyle, "Seni mutlu etmek için şekilden şekile giriyoruz. Bir öpücük ödülü yok mu?" diye sordu işaret parmağını yanağıma bastırarak.
Ona gülümseyip, eğildim ve yanağına uzun bir öpücük kondurdum. Öptüğüm yerde ruj izi kaldığında baş parmağımla silerek, "Hayatımdaki tek güzel şey olduğun için teşekkür ederim." diye fısıldadım.
Çiğdem parmağımı öperek, "Benden kurtuluş yok kızım, biz kalben çoktan bağlandık." dedi.
Umarım ki hep öyle olur. Hep kalben bağlı oluruz, hep benim en iyi, en yakın arkadaşım, kardeşim olursun. Ben Çiğdem ile hiçbir şeye sahipken her şeye sahip gibi hissediyorum. Çiğdem yüz yılda bir dünyaya gelen bir kadındı benim için. Benim kardeşim, ablam, annem gibiydi.
Çiğdem gülü bana uzatırken, "Bu kadar duygusallık yeter. Hadi içeri girelim." dedi.
Gülü ondan aldığımda önden mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Gülü kapının sağındaki dolabın üzerindeki vazoya bırakırken, "Daha bir şey hazırlamadım ama." dedim.