Fıstık içi

997 102 41
                                    

Latif telefonu kapattığında, evdeki herkesin üzerine ölüm sessizliği çöktü. İfakat, o an olduğu yere yığılıp kaldı, gözyaşları içindeki yüzünü elleriyle örtmeye çalışıyordu. Evin yardımcıları, bir yandan İfakat'i sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da Latif'e bakıyor, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Kapıdan gelen sesleri duyan Gülgün ve Orhan, endişe dolu adımlarla odaya daldılar.

Gülgün, kapının eşiğinde Latif'in boş gözlerle bir noktaya bakakaldığını, yerde ise İfakat'in ağlamaktan soluk soluğa kaldığını gördü. İçinde bir şeylerin koptuğunu hissetti, sanki göğsüne ağır bir taş oturmuştu. Kalbinin atışını kontrol etmek ister gibi elini göğsüne koydu. Orhan ise çoktan İfakat'in yanına koşmuş, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Gülgün, adımlarını Latif'e doğru dikkatlice attı, sanki sert bir harekette her şeyi daha kötü olacakmış gibi hissediyordu. Latif'in kollarını sıkıca kavradı ve boğuk bir sesle, "Birine bir şey mi oldu?" diye sordu.

Latif, Gülgün'ün kollarını tuttu ve sesi titreyerek, "Küçük beyim ve gelin hanım kaza yapmışlar," dedi. "Araçları hazırlatıyorum, yanlarına gidelim. Siz hazırlanın, ben de Ağam'a haber vereyim."

Gülgün'ün nefesi kesildi. Dünya bir anlığına durdu sanki. "Doğruyu söyle," dedi, sesinde acı ve korkunun izleri vardı, "Ölmüşler mi?"

Latif'in ifadesiz yüzü ve İfakat'in perişan hali, kadının yüreğini dağladı. Dizlerinin bağı çözülüyor, dünya etrafında dönüyordu ama yine de dik durmaya çalışıyordu. Latif'in "Hayır," cevabı ağzından güçlükle çıkarken, Gülgün için bu kelimenin anlamı yoktu. Gerçeği idrak edemiyordu. Çünkü İfakat'i ilk kez böyle görüyordu. O evin sarsılmaz taşı gibiydi. Olay ne kadar kötü olursa olsun yıkılmaz,duygularını belli etmezdi. Kendi kocasının cenazesinde bile dimdik durmuştu.

Orhan, Latif'e yaklaşıp sarsarak, ne olduğunu tam olarak öğrenmeye çalışırken, Latif'in herkese sakin olma çağrısı bir yankı gibi odada asılı kaldı. Fakat Gülgün için sakinlik, şu an ulaşılması imkansız bir limandı. Oğlu ve gelini, hayatının iki parçası, bir bilinmezlik içinde acı çekiyor ya da daha kötüsü, çoktan kaybedilmiş olabilirlerdi.

Gülgün, derin bir nefes aldı ve dizlerinin titremesine rağmen ayakta durmaya devam etti. İçinde kopan fırtına, gözlerindeki yaşlarla birlikte yanaklarına süzüldü. Gerçeği öğrenmek ve çocuklarına bir an önce ulaşmak zorundaydı. Her adımı, kalbindeki ağırlığı daha da artırıyordu, fakat içindeki ana yüreği, ne pahasına olursa olsun mücadele etmeye hazırdı. Şimdi yıkılma zamanı değildi. Güçlü olma zamanıydı. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle sildi ve zorla da olsa yürüyerek arabasınin yanına gitti. Orhan da Gülgün'ün ardından koşarak arabaya bindi.

Latif, odadan çıktı ve hızlı adımlarla konağın geniş koridorlarında ilerledi. Kapının önüne geldiğinde derin bir nefes aldı ve tokmağı iki kere vurdu. İçeriden sert bir ses duyuldu: "Gel."

Halis Ağa, masasının başında oturmuş,kopan tespihini tamir ediyordu.Latif içeri girerken, Halis Ağa'nın bakışları adamın telaşlı yüzünün üzerinde yoğunlaştı.

Latif, derin bir nefes daha alarak, "Ağam," dedi, sesini titretmemeye çalışıyordu, "ferit beyim ve seyran hanımım... bir kaza geçirmişler."

Halis Ağa'nın yüzü taş gibi dondu. Elindeki boncukları sıkmaya başladı. Derin bir sessizlik oluştu. Birkaç gün önce torunu Ferit ile yaşadığı hararetli tartışma aklından geçti. Pişmanlık daha o an yüreğine düşmüştü. Torunu, kanı deli akan bir gençti, her zaman kendi bildiğini okurdu. Ancak, aralarındaki anlaşmazlıklar ne olursa olsun, onun canıydı,kıymetlisiydi. Halis Ağa'nın kaşları çatıldı, yüzündeki katı ifade daha da belirginleşti.

yalanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin