"Tekrar" dedi adam kötü Türkçesi ile bir kırbaç daha indi sırtına dudaklarını birbirine bastırırken ayaklarını yere basmaya çalışıyordu.
"Konuş" dedi adam karşısındaki kadına bakarken "yoksa inlemelerine altımda devam edeceksin"
Gözlerini adama diktiğinde yeniden yediği kırbaç ile bedeni ileri gitmişti. 36 gün boyunca yediği kaçıncı kırbaçtı bu, gözlerini karşısındaki adamın kirli suratından çekmeden acısını içine gömdü. Sırtına yeniden bastırılan kristaller gözlerini doldurmuş ancak yaş akmasını sağlayamamıştı.
"Varili getirin" dedi karşısındaki adam birkaç kişinin zorlukla getirdiği varil ile güldü. Ancak bu gülüş uzun sürmeden kafası suya sokulduğunda buz gibi su ile kendine geldiğini hissetti.
"Daha ne kadar bekleyeceğiz burada" diye mırıldanan Hazal ellerindeki un dolu çuvalı sıkıca kavramış zıplamaya başlamıştı. "Dondum ya" diye devam etti.
Karanlık denizi aydınlatmaya başlayan güneş ışıkları ile ikisi de sınırlarında olduklarını biliyordu.
"Dudakların mosmor olmuş zümrüt." dedi komutanlardan birisi elindeki sıcak çayı içerken oturduğu sandalyede rahatça oturuyordu. "Çıkta sana bir çay ısmarlayayım"
"Kahve yok mu komutanım" dedi Zeynep adama gülerek bakarken "ama yeni çekilmiş olması lazım" "Savcı hanım siz gelin" dedi adam bir yudum daha alırken zıplayan Hazal'a çevirmişti bakışlarını.
"Ben white chocolate mocha olmadan ayılamıyorum binbaşı" dedi Hazal, soğuktan dolayı hissetmediği bedeni sinirle çevrilmişti.
"Yav sizde ne inat çıktınız? Karadenizlilik var mıydı sizde?" Zeynep elinden kaymaya başlayan çuvalı tutarak adama baktı ancak sessiz kalmıştı.
"Çıkın" dedi arkalarından gelen eğitmenleri kızlara bile bakmadan Zeynep çuvalı kafasının üstünde çıkarıp kuru toprağa atmaya çalışırken kendisi de düşmüştü.
Sudan çıkartılan kafası ile derin bir nefes çekti içine tutulan saçlarından düşen birkaç parça yüzüne yapışmıştı. Yeniden suya gömülen kafası ile hareketsiz kaldı, biliyordu hareket ederse nefesini tutmakta zorlanırdı.
"Sen niye böylesin" dedi komutanı karşısındaki hazır ola durmuş kadına bakarken "kaybedecek bir şeyin yokmuş gibi bodoslama neden dalıyorsun" adamın gözlerinde anlamak istediğini belli eden bakışlardan vardı.
"Benim için çok değerli bir şeyi kaybettim komutanım" dedi Zeynep. "Sonra hiçbir şeye kıymet vermedin" diye tamamladı komutanı kızı sanki anlamış gibi kapamıştı gözlerini açtığındaysa saf acı vardı gözlerinde.
Yüzünden akan sular üstünü de ıslatırken bakışları suya damlayan damlaların yaptığı dalgadaydı. Birkaç küçük nefes alırken saçının geriye doğru çekilmesi ile arkaya kaymıştı.
"Öldürün gitsin" dedi adam dışarı çıkarken bildiği bir şey olsa bu eziyetlere dayanamayacağını düşünüyordu. "Karşılaşacağız kunduz" dedi Zeynep adamın arkasından bakarken "gördüğün son göz, baktığında son yüz, yalvardığın son beden ben olacağım"
Vücuduna giren bıçak ve bırakılan saçları ile yere düşen bedeninin aksine güldü. Ölmeyecekti, ölmek emredilmemişti biliyordu ama ölmek istiyordu. Gözlerinden akan sıcak yaşlar, soğuk su damlaların arasından toprağa damladı. Giden adamların ayak sesini duydu, aptallar bir bıçak darbesi ile öleceğini düşünüyorlardı.
Son gücü ile kalkarak bulunduğu odadan çıktı, sessiz koridor bile bu adamların aptal olduğunun kanıtıydı. Bir elini bastırdığı yarası ile çıplak ayaklarla etrafa baktı, buraya hiç için gelmemişti. Diğer küçük odacıkların en uzağındaki kapalı kapıya baktı. Kaybettiği kan başını döndürürken durmaya bile vakti olmadığını biliyordu. Hızlı adımlarla kapalı kapılardan girdiğinde gördüğü küçük bedenler ile gülümsedi, çocuklar buradaydı.