Polise verdiğim ifadeden sonra ilk gördüğüm barın önüne çekiyorum. Esnaflardan biri, aracı oraya çekmenin yasak olduğunu kaba bir dille ifade ediyor. Kulak asmıyorum. İlk bulduğum boş masaya oturuyorum ve "viski" diye bağırıyorum. Garson bir bardak viski getiriyor.
"Şişeyi ver!"
Bir bardak fondiplediğimi hatırlıyorum. Geri kalan her şey çok bulanık ve rüya gibi. Aşina olduğum kokuya sahip bir kadın güçlükle kaldırıyor beni. Bir de taksiye bindiğimi hatırlıyorum. Geceyle ilgili perde, taksinin dikiz aynasından bana boş boş bakan kızarık gözlerimle kapanıyor.
Sabah omlet kokusuyla, yabancı bir yatakta uyanıyorum. Çevreye bakınıyorum. Tanıdığım hiçbir yatak odasına benzemiyor. Milimalist mimariyle dekore edilmiş. Küçük, canlı renklere sahip, insanın içini açan bir oda. Dün gece neler olduğunu hatırlamaya çalışıyorum. Kafamda belli belirsiz görüntüler şekilleniyor. Hatırladıklarımı yap-boz gibi birleştirmeye çalışıyorum. Ayakkabılarım yatağın dibinde. Üstüm çıplak. Gömleğim kapının arkasına asılmış. Pantolonum ise yerli yerinde duruyor. Merakıma esir düşüp, gömleğimi giyip odanın dışına çıkıyorum.
Milimalizmin etkilerine, salonda da rastlamak mümkün. Küçük ve çok sade bir salon. Koku mutfaktan geliyor. Mutfağa doğru yöneldiğimde ise gözüme yansıyan görüntüden ötürü, hala sarhoş muyum sorusunu sormadan edemiyorum kendime.
Bu o!
Ta kendisi.
İçinde kaybolduğum gözleri beni gördüğü anda, dolgun dudakları dünyanın en içten ve en güzel tebessümüyle ödüllendiriyor beni. Bu bir rüya mı, değil mi hala kestiremiyorum.
"Aç mısın?"
"Şey.. Hayır. Yani sanırım."
Bu cevabım onu neşelendiriyor. Alaycı bir ses tonuyla:
"Sen de haklısın. O kadar içkiyi bende içsem adımı hatırlamakta bile zorlanırdım."
"Yok. Şey yani aslında... Aslında aç gibiyim ama midem o kadar bulanıyor ki, bir lokma yediğim anda çıkaracakmışım gibi hissediyorum."
Kısa bir süre düşündükten sonra anlıyorum demekle yetiniyor. Düşünürken ki ince hilal kaşlarının hafif çatılması bile beni etkilemek için yeterli oluyor.
"İstersen meyve çayı yapabilirim. Midene iyi gelecektir."
"Aslına bakarsan buraya nasıl geldiğimi çok merak ediyorum."
Bir süre cevap vermiyor. Çatalıyla oynadığı omlete bakıyor. Sonra kafasını bana çevirip konuşmaya başlıyor:
"Arkadaşımla iki tek atmaya bara gitmiştik. Sonra bir hışımla kapıdan içeri girdin. Kapının hemen önündeki masaya oturdun. Garsondan viski istedin. Bardakla getirince garsona bağırdın. Şişeyi getirirken bardağı fondipledin. Şişe geldi. Bardağı doldurdun ama bardakla içmek yerine şişeyi kafana diktin. İlk başta hakkında edindiğim önyargılarımda ne kadar haklı olduğumu düşündüm ancak bir sorunun olduğu besbelliydi. İkinci şişeyi istedin. Garson verip vermemekle tereddüt edince eline bir miktar para sıkıştırdın. Onu da içmeye başlayınca, artık müdahale etmem gerektiğini düşünüp, arkadaşıma seni tanıdığımı ve eve bırakmam gerektiğini söyledim. Zaten o da seni görünce hak verdi. Aslına bakarsan ilk girdiğinde seni bana gösteren oydu. Çok beğenmiş seni. Yakışıklı çocuk dedi. Tabi sen o şekilde içmeye başlayınca sözünü geri aldı. Her neyse. Seni kolundan tutup güçlükle çıkardım. Taksiye bindirdim. Evini tarif etmen için çok çabaladım ama sen evini dahi hatırlayamayacak kadar sarhoştun. Sonra arabanın içinde sızıp kaldın zaten. Bende seni evime getirdim."
"Bana neden yardım ettin?"
"Sen bana neden yardım ettin?"
Verdiği ani cevap karşısında bir süre suskun kalıyorum. Sessizliği bozmuyor. Çatalıyla omletle oynamaya kaldığı yerden devam ediyor. Anlattıklarını zihnimde ne kadar canlandırmaya çalışsam da hiçbir şey hatırlayamıyorum. En sonunda pes ediyorum. Sorunumun ne olduğunu sormaması, ona bir takım şeyler anlattığım konusunda şüpheye düşürüyor beni. Bir an tedirgin oluyorum. Daha fazla dayanamayıp merakıma yenik düşüyorum.
"Sana bir şeyler anlattım mı?"
Biraz düşünüp cevap veriyor:
"Pek konuştuğun söylenemez. Sadece onu öldürdüm diye sayıklayıp durdun. Bir kaç kere de taksinin içinde benim yüzümden diye haykırdın. Taksici neredeyse dışarı atacaktı bizi. Zor ikna ettim."
Cevap vermiyorum. Önüme koyduğunu anca fark ettiğim meyve çayından bir yudum alıyorum. Biraz soğumuş olmasına ve meyve çayından hiç haz etmememe rağmen, rahatsız edici sessizlikte bir şeylerle oyalanmamı sağladığı için içmeye devam ediyorum.
bir an konuşacakmış gibi oluyor, ama konuşmuyor. Cesaretini toplamaya çalışıyor. Yahut konuya nasıl gireceğini tam kestiremiyor. Onun bu halini anlamamazlıktan geliyorum. Sonra direk konuya giriyor.
"Kim öldü Poyraz?"
Bir an kilitleniyorum. Akılma Zeynel geliyor. Ona yardım eli uzatışımı, yüzümü kara çıkarmayacağına karşı verdiği sözünü, iş yerindeki başarısını, bir kez seks işçilerinden biriyle cinsel ilişkiye girdiğini yakaladığım vakit kulağını çekişimi, onu adeta istenmeyen bir hayvan gibi sokağa atışımı ve ceset torbasının içinde taşınışını...
"Poyraz iyi misin?"
Bu soru beni içinde kaybolduğum düşüncelerden bir an için çıkarıyor.
"Evet, iyiyim."
"Soruma cevap verecek misin?"
"Bir arkadaşım."
"Sevgilin mi?"
Cevap vermiyorum. O da başka soru sormuyor. Sadece anladım demekle yetiniyor. Sevgilim olduğunu düşünse gerek. İlk kez onu umursamıyorum. Kafamda Zeynel dışında hiçbir şey yok. Beynimin her milimetre karesini Zeynel dolduruyor. Kolumdaki saate bakıyorum. 15:15'i gösteriyor. Sanırım biri beni düşünüyor.
Komiser Serkan?
Zehra?
Zeynel?
Soğuk ve iğrenç meyve çayından bir yudum daha alıp, ayaklanıyorum. Nereye diye soruyor.
"Çıkmam gerek."
"Bugün çalışma istersen. Hiç iyi görünmüyorsun."
"İşe gitmeyeceğim. Polise ifade vermem gerekiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kibele
HumorAlışılmışın dışında bir kadın pazarlayıcısının işlettiği, alışılmışın dışında bir genelevde geçen hikayede, aksiyon, mizah, dram, gerilim gibi olguların iç içe geçtiği kurgularla karşılaşacaksınız. Uçta kalmış hayatların serüvenlerine tanık olacak...