Akşam Kibele'nin Roof bölümüne çıkıyorum. Bana yardımcı olması için Ayhan'ı çağırıyorum. Zira bu işi tek başına çözemeyeceğime kanaat getirmiş durumdayım. Ona durumu anlatıyorum. Bir yandan da viski içiyoruz. Bana çok basit bir çözümden bahdediyor. "Şimdi arayıp, bu iş için bir başkasını bulduğumuzu söyleyip, teşekkürlerimizi ve özürlerimizi ileteceksin." Bunu yapamayacağımı söyleyince de "o zaman ara Nuran Hanım söylesin, sen hiç muhattap olma" diyor. Bunu da kabul etmediğim vakit, işin içinde başka bir iş olduğu hissiyatına kapılıyor.
"İlk kez seni profesyonel olmayan bir vaziyet içinde görüyorum."
Cevap vermiyorum. Zira konunu nereye gideceği gayet açık ve bu konuda konuşmak dahi istemiyorum. Henüz düşünmeye bile cesaret edemiyorken. Bir başkasından yardım istemek hataydı. Sanırım kararımı verdim.
Ayhan kalktıktan sonra, iç hattan cep telefonumu Zihni arıyor. Bir konuda benimle görüşmesi gerekiyormuş. Danışmayı boş bırakamayacağı için benim yanına gitmem gerekiyor ve içmeyi bırakıp, lobiye iniyorum.
"Poyraz Bey, sizi Zeynel hakkında konuşmak için rahatsız ettim. İstediğiniz gibi gözüm bir süredir üstündeydi. Son zamanlarda, bu deskin ardında yaptığı ufak çaplı hatalar, büyük sonuçlar doğuruyor ve çok göze batıyordu. Bu aralar son derece dalgın, uykusuz ve yorgun. Bir sorunu olup olmadığını sordum, kaçamak cevaplar verdi. Kamil geçen gün, uzun süredir doğru dürüst yemek yemediğini söyledi. Yemekhanede dikkat etmiş. Size söylemedim ama birkaç kez de hesap kaçırdı. Ondan çıkarmak istemedik, tip hesabından düştük. Son olarak da, dün Zeynep'ten vardiyayı teslim aldığı sırada, sarhoş gibiymiş ve gözleri kıpkırmızıymış. Korkarım ki, ikimizin de onun hakkındaki şüpheleri doğru."
Zihni'yle bu konu hakkında konuştuğumuz tamamen çıkmış aklımdan. Ta ki biraz önce konuşmaya başlayıncaya kadar. Böyle mühim bir konu nasıl aklımdan çıkar? Ne kadar berbat bir yönetici oldum ben. Zeynel nasıl yapar bunu? Onun bu illetten kurtulması için maddi, manevi her türlü desteği sağlamışken, ona Kibele'deki stratejik açıdan önemli bir görev verecek kadar güvenmişken, tedavi için o kadar emek harcayıp, hayatını düzene sokmaya ramak kalmışken, bir insan neden kendine böyle bir kötülük yapar? Hadi yaptın, kafası güzel işe gelmek nedir? Bu ne cesaret? Bostan korkuluğu mu sanıyor bu adam kendini? Büyük bir hesap kaçırsa, nasıl kalkacak altından? Psikopat bir herifi alıp da, adam birine bir şey yapsa, nasıl taşıyacak vebalini? Peki ya kafası iyiyken polis baskını yapılsa? Kendisi dahil, hepimizi yakmayı nasıl göze alabilir, aklım almıyor! Bir insan nasıl bu kadar sorumsuz olabilir ya?
Tüm bunları düşünürken, Zihni'ye verediğim cevap, kısa ve netti.
"Bana düşünmem için biraz zaman ver. Bir çaresine bakacağım."
Zihni bu cevaptan tatmin olmadı. Mimiklerine, öfkeli bir çaresizlik hakim oldu. Fakat yine de ödün vermedi saygısından. Onun gibi pimpirikli bir adamın, böyle bir sorunu kendine nasıl dert ettiğini tahmin edebiliyorum. İşin işleyişle ilgili olan kaygıları, onu şef statüsüne getirmekle, bir yönetici olarak nasıl doğru karar verdiğimi bir kez daha anlıyorum.
***
Odama geçip Ayhan'ı bir kez daha arıyorum. Geldiğinde ise Zeynel meselesini anlatıyorum.
"Neden bunu bana daha önce anlatmadın?"
Bu nedir arkadaş ya? Tüm müdürlerden aynı tepkiyi yemek zorunda mıyım ben? Lakin galiba haklılar. Her işi tek başına yürütmeye çalışmamdan mı, yoksa soon zamanlarda yanlış kararlar almaktan mı bütün bunlar oluyor, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Kibele'de yolunda gitmeyen bir şeyler var. Önce idealist komiser Serkan'ın ani baskını, sonra içimize sızdırmaya çalıştığı köstebek, hiçbir araştırma yapmaksızın tanımadığım bir kızı işe almam, şimdi de Zeynel'in yeniden başlayan - hatta belki de hiç bitmemiş olan uyuşturucu bağımlılığı. Kafamı toparlayıp Ayhan'a dönüyorum.
"Bak Ayhan, açık konuşacağım. Buraya seni hata araman için değil, çözüm bulman için çağırdım."
"Fakat hataları gün güzüne çıkarmadan kalıcı bir çözüm bulunabilir mi? Ayrıca aynı hatanın tekkerrürünün yaşanmaması açısından da son derece önemli."
"Peki, hatayı buldun. Çözüm önerin nedir?"
"Profesyonel bir çözüm önerisi mi istersin, yoksa duygusal mı?"
Ne demek istediğini anında anlıyorum. Profesyonelce verilen karar, kuşkusuz onun işinin son verilmesi olacak. Duygusal ise, onu bu bataklıktan kurtarmak.
"Senin önerin nedir."
"Ben hiçbir zaman duygusal karar vermem Poyraz'cığım. Seninle en önemli, belkide tek ayrıştığımız nokta budur. Kaldı ki, sen bunu daha önce denedin. Onun için elinden geleni yaptın. Ama o ne yaptı? Bildiğini okumaya devam etti. Üstelik bunu utanmadan, adeta gözümüze sokarcasına mesai saatleri içerisinde yaparak, tam bir yüzsüzlük örneği gösterdi. Hayır! Bir daha ona güvenemeyiz. Bu çok ahmakça olur."
"Onu bir başına nasıl bırakabiliriz? Bu kez daha kötü batağa saplanır."
"Artık onu kurtaramayız Poyraz. Realist ol biraz. Üstelik bütün personellerinin sorumluluğu sana ait. Her birinin benzer hayat hikayeleri var. Bunu en iyi sen bilyorsun. Onların kaderini vurdumduymaz bir adama bırakamazsın. Bu felaket olur. O desk bu işletmenin beyni! Yapman gereken, Kibele'nin beynindeki tümörü daha fazla büyümesine fırsat vermeden çekip, çıkarman. Aksi taktirde hastayı kaybedeceğiz."
Hasta mı? Buna inanamıyorum. Ne oldu da, Kibele birden bire tıpkı Osmanlı Devleti gibi "hasta adam" olarak betimlenmeye başladı? Oysa daha bir ay öncesine kadar, herşey yolundaydı.
"Bilemiyorum Ayhan. İçim elvermiyor."
"Zeynel'in sana olan borcu henüz bitmedi değil mi? Kalan borcunu hibe et. Böylece, hem işletmeni ve çalışanlarını korumuş, hem de vicdanını biraz daha ferah tutmuş olursun."
"Pekala. Yarın Nuran Hanım'a söyle. Zeynel'in işine derhal son versin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kibele
HumorAlışılmışın dışında bir kadın pazarlayıcısının işlettiği, alışılmışın dışında bir genelevde geçen hikayede, aksiyon, mizah, dram, gerilim gibi olguların iç içe geçtiği kurgularla karşılaşacaksınız. Uçta kalmış hayatların serüvenlerine tanık olacak...