Ares'in Görüşünden
Hiçbir şey söylemeyip çıkmıştım.Ne söyleyebilirdim ki,henüz ben bile anlayamamışken.Otele yarım saatlik dönüş yolunda Çağrı'ya söyleyip söylememeyi,söylersem nasıl söylemem gerektiğini tarttım fakat bir çıkış yolu bulamadım.Bizim bu yaşadığımız milyonda bir ihtimal bile olamazdı.Böyle bir şeyi doğruluğunu bırak iddaa etmek bile saçmalıktı.Kapıdan içeri girdiğim sırada Çağrı aceleci adımlarla balkondan içeri girerek yanıma ulaştı:
"Karnım ovarlokçu anonslarına döndü biliyor musun?Neredeyse halk toplanıp benim için aşevi açacaktı!"
Normalde olsa buna gülerdim ya da iğneleyici bir cevap verirdim ama şimdi sadece ona bakıyordum,onu inceliyordum.Benziyor muyduk?Belki de bilmediğimiz bir sürü ortak yönümüz vardı...
Elini önümde salladı:
"Sende birkaç kuruş daha kaldı mı yoksa en işlek caddeyi bulup dilenmemiz mi gerekecek?"
"Gidelim."
Arkamı döndüğümde sordu:
"Neyin var senin?Hava almak iyi gelir sanmıştım,daha kötü olmuş gibisin."
Hava almak mı?Dışarıda durduğum her saniye için içimdeki havadan ödün vermiş gibiyim.
"Sana bir şey söylemem lazım."
"Evet?"
Ne diyebilirdim ki? "Çağrı,kardeşmişiz!Gel sana bir sarılayım!" mı?Bu gerçekten saçma.
"Yok bir şey,unuttum."
"Biraz daha uğraşsan beni sinir etmenin doktorasını yapmak yerine tıp fakültesininkini yapardın."
Başımı salladım ve önden çıktım.Arkamdan kartı sallayıp gelirken neden bu kadar dalgın olduğumu,onun aşırı zekası olmasa ve bir anlığına tıpkı benim yaptığım gibi (!) hayatın gerçeklerini unutsa kapının önünde kalabileceğimiz hakkında söyleniyordu.
Bütün yol boyunca -kafamı dağıtmak istediği için-konuştu durdu fakat benim kafam zaten darmadağındı.Söylediklerini dinliyormuş gibi yaparken soru olmayan cümlelerine cevap veriyor,sorduğu sorulara da sadece gülümsüyordum.O da bunun farkında olmalıydı ama hiçbir şey söylemedi.Bütçeye uygun birkaç yeri araştırdıktan sonra içlerinden en uygun olanını seçerek deniz kenarındaki mekana girdik.Çağrı deniz kenarından yürüdüğümüz süre boyunca yürüyüş yoluna baktı.Sanki bir şey arıyormuş gibiydi ve bir anda susup bir daha konuşmaması bunun en büyük kanıtıydı.Ne olduğunu sormak yerine kafamı dinlemeyi tercih ettim.Nasıl olsa bunun bir de dönüş yolu vardı.
Mekan inmekte olan akşam karanlığına direnen loş ışıklarla aydınlatılmıştı.Sarı ışıklar ortama mayhoş bir hava katarken,içeride sıcaklığı sabit tutulmaya çalıştırılmış bir ısıtıcının olduğu anlaşılıyordu.Kırmızı koltuklar birbiri ardına sıralanmıştı ve rahat görünüyorlardı.Dışarıdan bakan birisine göre burası rahatlıkla bir fast-food dükkanı olabilirdi ama ışıklandırma için kullanılan tavandan sarkan fenerler fast-food dükkanı için fazla romantikti.
Çağrı'nın isteği üzerine deniz gören,pencere kenarında bir masaya oturduk ve Çağrı bize getirilen menülerden bile haberinin olmadığına bahse girdiğim bir dalgınlıkla dışarıyı seyretmeye başladı.Bir anlığına kendi derdimi unutup laf attım:
"Hayırdır deniz kabuğunu falan mı kaybettin?"
Bir anda irkilerek bana döndü:
"Hı?"
"Deniz diyorum,neden bu kadar manidar bu akşam?"
Bakışlarında gördüğüm bir anlık yumuşama bir saniye sonra değişip yerini eski muzip ifadeye bırakmıştı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serçe Parmak Sözü
Novela Juvenil"Sana inanmıyorum Ares." "Söz veriyorum." Alışık olduğum o gamzeler yanağında yavaşça belirirken dudakları üste doğru kıvrıldı ve serçe parmağını uzattı: "Serçe parmak sözü mü?" "Serçe parmak sözü." Çocukluğunuzda hiç tutamadığınız sözler verdi...