Karanlık... Her tarafa çökmüştü. Gözlerim acıyla kavrulsa bile karanlığı izlemekte ısrarcıydım. Yatağımda, cama dönmüş bir biçimde yatmıştım. Ellerim yastığımın altındaydı, bacaklarım karnıma doğru kıvranmıştı.
Örselenmiş duygular içinde yaşadıklarımı tartmaya çalışıyordum. Gözümü, evin üst katından rahatlıkla görülebilen ağaç dallarına ve bahçe ışıklarına dikmiştim.
Hafif esinti odanın yarı açık camından içeri girip tenimi yalarken gözlerimi zorla kapattım. Uyumam mümkün değildi. Her zaman ki gibi düşünecektim. Abimin anlattıklarını, annemden sonra ki yaşamımızı düşünecektim. Bu bana acı verecekti çünkü her düşünmemde biraz daha hatırlayacaktım. Biraz daha ve biraz daha...
2008 yılı
On dört yaşındaydım. Annemin öldüğü o sonbahar sabahı çizim yapıyordum. Hayal gücümden yararlanarak çizmeye çalıştığım şeyler vardı. Hepsini boş kâğıtlara çizip özenle boyayacaktım. Bu çalışmalarımı yaklaşık iki aydır sürdürüyordum. İki ay önce annem bana yardım edebilecek kadar iyiydi ama son ayda yataktan çıkamaz oldu.
Nedenini tam anlayamıyordum ama bir gerçeği biliyordum. O... O gerçekten kötüydü. Ölebilirdi diye düşünüyordum son günlerde. Gözleri şişmiş, yüzü bembeyaz.
Annem çok seviyordum, herkesin kendi annesini sevdiği gibi. Ama son haftalarda çocukluk yaptım. Ondan uzaklaştım. Aslında çocukluk değildi bu. Sadece biraz ince düşündüm, ola ki o ölürse ve ben onsuz kalırsam... Kendimi hemen alıştırmak istedim onsuzluğa. Çok aptalcaydı ama o ölmüş gibi davrandım.
Sonra ne oldu? Olmadı. Onsuz yapamadım. İçimde bir yerlerde hala yanan özlem hissi beni ona götürdü. Her gün ona kendi ellerime çorba içirdim.
Daha sonra ona kızmaya başladım. Hem bana olan o yabancı bakışlarından dolayı hem de çocukluk aklımdan dolayı yaptım bunu. Çünkü eğer onu sevmezsem ölmesine üzülmem diye düşündüm. On dört yaşındaydım ama onun ölebileceği gerçeği beni öylesine çok korkutmuştu ki böyle çocuk gibi aptal şeyler düşünmeye başladım.
Bir süre hiç gitmedim odasına. O yokmuş gibi davrandım. Trip attım, ya da attığımı sandım.
Fakat ertesi gün, ben hala çizimlerimle uğraşırken ne zamandır tahmin ettiğim gerçeği öğrendim. Ve öğrendiğim an dünya başıma yıkıldı. Kabullenemedim. Şoktan ağlayamadım. Şaşkınlığın getirmiş olduğu şoktan değil ama... Kendimin yaratmış olduğu şoktan.
Günümüz
Gözlerimi açtım. Hatırladıklarım bunlarla sınırlı değildi. Birde ondan sonra ki yaşamımız vardı. Acı dolu yaşamım.
2009 yılı
Aylar boyunca çizimlerin yüzüne bakmadım. Annem boyayacaktı, beraber yapacaktık. O çizimlere her baktığımda verdiğim emeklerle birlikte, annemin o yeşil gözlerini, o güzel yüzünü hatırlıyordum.
Sonra aynaya bakıyordum. Gözlerimin yeşil olmasını diliyordum sanki olacakmış gibi. Bu döngü birkaç hafta böyle devam etmişti.
Sonra ki ay, doğum günümdü. Babam unutmuştu bile doğum günümü. Zaten hapishaneden çıktıktan sonra, ve ben bize atılan yalanı öğrendiğimden sonra onunla doğru dürüst konuşmuyorduk bile. Annem öldükten sonra ise ona baba bile demez oldum.
Babamla aynı evde olmamıza rağmen hiç görüşmediğimiz bile olmuştu. O her şeyden öte kaba ve düşüncesiz biri olmuştu.
Doğum günümün olduğu gün piknik yerinde küçük bir organizasyon yapılmıştı. Babam tanımadığım kişileri çağırıp, herkesin gözünde iyi baba rolünü takınmıştı. Abim ise ayrı bir havadaydı. Annem öldükten sonra en çok değişen o olmuştu. Geceleri dışarı çıkıyor, gün ışıyınca geliyordu. Annem yaşasaydı eğer, buna izin vermezdi. Üstelik daha çok küçüktü, yine de aklıma çok kötü şeyler geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAFIZA
General FictionGeçmişin karanlığını simsiyah bir örtü ile kapatan bir kaza. Her şeyini kaybetmiş bir kişi kadar aciz, zihnindeki boşluğu kendi yalnızlığına hapsedecek kadar çaresiz bir genç kız. Evinde kalacağı iki adamın kendi hayatıyla bağlantısı bir ağ gibi örü...