21••• ''Beklenti"

1K 47 6
                                    

Bir telefon, hafızası kadar görüntü, video alabilir. Fakat o hafıza dolunca bazı öğelerin silinmesi gerekir. Aksi takdirde telefon fazlasını alamaz. Benim durumumda buna benzerdi. Hafızam dolmamıştı belki ama kendimin taşıyabileceği acı duygusunun yeri dolmuştu. Ve benim hafızamdan silmek istediğim şey, bir görüntü yada video kadar basit bir şey değildi. Ben, abimle ilgili öğrendiğim, varsaydığım tüm her şeyi silip atmak istiyordum hafızamdan.

Kaza yaptığım andan bu ana kadar onunla ilgili olan tüm her şeyi unutmak istiyordum. Ona ait olan her şeyi geçmişimdeki gizemin içine tıkmak istiyordum. Onunla ilgili olan tüm gördüklerimi silmek istiyordum. Elinde tuttuğu o siyah silahın, parlaklığını kanla kapatmış o gri bıçağın görüntüsünü sonsuza dek parçalamak istiyordum içimde. Ama olmuyordu. Karşıma farklı bir yol çıkıyordu tüm bunların yerine; Ölümün olduğu yol.

Farklı kavramlar çıkıyordu önüme. Ölümü istemek. Ölümü arzulamak. Ölümü beklemek, gibi.

Bu üç cümlenin arasında ince bir çizgi vardır belkide. Hepside aynı yolda ilerler, aynı kapıya çıkar. Fakat ölümü hissetmek... Bambaşkadır. Ölmeyi ister misin, sonsuzluğa tutunmak ister misin bilmezken, ölümün kucaklarına itilmek bambaşka bir duygudur. Benim yaşadığımda bu duygunun sarmalındaydı.

Abimi gördüğümde kalbimin heyecanlı ritmini kulaklarımda hissediyorken o ritmin yerini birden başka bir şey almıştı ve kalbimin atışını sanki bir kaç dakikalığına kesmişti. Abimin silahından çıkan kurşunun, otoparkta bıraktığı yankı kulaklarımı sağır etmişti o an.

Ben ölümü o sırada hissetmiştim. Abimin şaşkın bakan gözlerini beynimde geri plana atarak elinde tuttuğu o silaha bakarken hissetmiştim. Bedenim benden komut almadan yere düşerken hissetmiştim. Kulaklarım o patlamayla uğuldarken hissetmiştim. Birde, Uraz'ın kollarında, onun korkuya sarılan gözlerine bakarken hissetmiştim ölümü.

Gözlerimi açtığım esnada her şeyin bitmiş olmasını diledim. Abimden bana kalan bir iz olmasın, o lanet anları hatırlamayayım istedim. Doruk'un ve Uraz'ın puslu görünümü bir kaç dakika içinde netleşirken gülümsemeye çalıştım ama ikisininde yüzlerinde gördüğüm bir ifade buna engel oldu. Acıma duygusuyla harmanlammış, üzüntüyü bariz belli eden bu duyguyu ikisinde de görüyordum.

"Ne oldu?" diye sordum, "Neden bana öyle bakıyorsunuz?"

İkiside cevap vermedi. Kımıldamaya çalıştım ama sol yanım baştan aşağı tutulmuştu. Hayır, bu tutulma değildi. Uyuşmuştu sanki. Öyle derinden uyuşmuştu ki sol bacağımı, kolumu hissetmiyordum. Sol kolumu kaldırmaya çalıştım ama başaramadım. Onun yerine ağrı bana yansıdı.

"Boşuna yorma kendini," dedi Doruk, "Sol yanın felç kaldı Maya. Abin sende bırakabileceği en kötü izi bıraktı."

İlk başta dediklerini kavrayamadım. Fakat sonra bu 'anlamama' yerini, 'kabullenememe'ye çevirdi. "Hayır," diye fısıldadım gözlerim dolarken "Hayır olamaz."

O an ağzımdan dökülen tek kelimeler bunlar olmıştu. Ardından çığlığım inletti hastane odasını. İkiside üzgün bir biçimde bana bakarken "Bu olamaz!" diye bağırıyor, sağ elimle yorganı sıkıyordum. Abim bana her zaman kendimi ve lanetini hatırlatacağı bir iz bırakmıştı.

Uraz'ın sesini duydum, "Maya!"

Uraz'a baktım ama dudakları bile kımıldamıyordu. Öylece duruyordu. Bir daha duydum sesini, "Kendine gel."

Şimdi gözlerimi açarken bir kaç dakika içinde olanları zamana uyduramadım. Bana bağıran kişi şuan karşımdaki kişiydi. Gerçekten bağırıyor, beni kollarımdan tutuyordu. Kollarımdan. Sol kolumu sıktığını hissediyordum. Sol kolumu hissedebiliyordum.

HAFIZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin