16••• "İnanmak"

850 60 1
                                    

Boş bir sokak.

Kar taneleri havada yavaş bir şekilde süzülürken dikkatlice yürüdüğüm için yanımda duran bedeni fark etmemiştim. Sanki benim yürümemi izliyor, ben ne yaparsam yapayım beni taklit ediyordu.

Soğuğun kurumuş etkisini boğazımda hissettim. Etrafta sessizliği bozan bir rüzgar bile yoktu.

Boş, karanlık bir sokak. 

Önümde birkaç kişi daha yürüyor ve ben sanki onları takip ediyorum. Sadece adım sesleri duyuyorum, hissediyorum. Ürkek bir kız çocuğunun adımları gibi tereddütlü atıyorum adımlarımı. Etrafımda koyu, kirli camlar var. Karanlıkta bir adım ilerisini bile seçemezken daha uzağı nasıl ayırt edebiliyorum?

Boş, karanlık, uzun bir sokak.

Yolun sonu ne bilmiyorum ama bir güven var içimde. Önümdeki kişilerin birden kaybolduğunu fark etsem de içimde korkuya dair ufak bir kırıntı bile oluşmuyor. O sırada gökyüzüne bakıyorum. Aynı yürüdüğüm sokak kadar boş ve uçsuz. 

Bir yıldız kayıyor ve ben onu gözlerimle sonsuza uğurluyorum. Diğer yıldızlar onu kıskanmış gibi daha cansız yanıyorlar. Tam da o sırada yıldızların parlaklığının bile yetemediği bir gölge beliriyor gökyüzünde. Bir yüz. Gözleri yıldız, saçları gökyüzü rengi. 

Tanıyamıyorum. Gözlerimi kapatıp açtığım o saliselik sürede bütün her şey değişiyor. Siyahlık gidiyor, yüz gidiyor. Gökyüzü tamamen beyaza bürünürken güneş, ayın katili oluyor. Yağan kar taneleri geri dönüyor ve  daha da sıklaşıyor. 

Kafamı indirip etrafıma baktığımda gördüğüm manzara beni şaşırtmıyor, sadece anlam veremediğim bir heyecan yükleniyor bedenime. Bomboş bir ormandayım, her yer bembeyaz. Kefen rengi gibi. Ağaç gövdelerinin bile beyaza büründüğü bir yerdeyim. 

Ve bir ses. ''Kardeşim.''

Sesin arkamdan geldiğini çok net hissedip arkama dönüyorum ama sesin sahibi tam yanımda belirdiğinde sendeliyorum. Yorgun, morarmış göz altları etraftaki tüm beyazın hakimliğini ele alıyor sanli ve ben o gözlerden başka bir yere odaklanamıyorum. Siyah gözlerinin renkleri, sanki aklarına düşecek gibi büyüyor. Bana yorgun bakan gözlere karşı hiçbir tepki vermeden duruyorum. Ta ki o cümleye kadar. ''Uzaklaş buradan, seni almaya gelecekler.''

İstemsizce bir iki adım gerilediğimde ağzımı aralayıp soru soracak oluyorum ama sanki dilime kilit vurulmuş gibi hiçbir kelime dökülemiyor ağzımdan. O soğuk kelepçe gırtlağımı sıkıyor, o anlarda nefes alamayacağımı sanıyorum. Yorgun gözler baygın bir şekilde bana bakarken yüzünde bir mimik bile oynamıyor.

Geriye doğru sendelediğimde boğazımı biri sıkıyormuş gibi hissederek elimi boğazıma götürüyorum ve o sırada fark ettiğim bir şey, beni daha da nefessiz bırakıyor. Ağabeyimin tam kalbinde bir yara görüyorum. Bir kurşun yarası. 

İşte o sırada, etraftaki tüm beyazlık kalktı. Kar yağmura dönüştü, aydınlık karanlığa. Ağaçlar yerini sert bir zemine bırakırken o tanıdık karanlığı tekrar hisseder oldum.

Boş, karanlık, uzun, korkunç sokak.

Yağmur damlaları gibi yere damlayan kan, ağabeyime aitti. Ama sanki ruhumdan akıyor gibi hissettim, biri beni yaralıyor ve inandığım tüm duygularımı öldürüyor. Çığlık atmak yerine susmayı deniyorum, kaçmak yerine yüzleşmeyi. Boğazımdaki el yerini bıçak izine bırakıyor. Yerdeki kan git gide büyüyor ve o kan gölünde bir yüz daha beliriyor. Gökyüzünde beliren o gölgeyle aynı yüze ait bu yüz. Uraz.

HAFIZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin