Soğuk bir buhar... Olur mu hiç? Yahut sıcak bir buz.
Tezatlık yaşıyordum. Sevinmek ve üzülmek arasında. Sakinlik ve şaşkınlık arasında. Hiçbir şeyin nedenini bilmeden, sorgulamadan hissediyordum.
Hastanenin soğuk duvarına yaslandığım için sırtım üşüyordu. Ama ben üşümüyordum. Aksine, ellerim bir kaynar su kadar sıcaktı.
Abim ölmüştü. Bu zamana kadar yaşadığım kabusların sebebi olan kişiydi o. Şimdi ise, bitmişti. Benim hayallerime her defasında dokunmamı engelleyen, küçüklüğümden beri bana abi olamamış kişi ölmüştü. Heyecanımı kursağımda bırakan, yaşayacağım iyi şeylerin önüne duvar ören kişi ölmüştü.
Ne gariptir ki uzun zamandır geçmişimin yankısında boğulmayan ben, o öldüğünde tekrar bir şey hatırlamıştım. Abimin iyi biri olma çabalarını. O her defasında bunu başarmak istemişti, her defasında yanımda olmak istemişti. Annemin ölümünden sonra bana bir eksiklik hissettirmeyeceğini sanmıştı. Ama öyle olmadı. Hissettiğim eksikliği ikiye katladı o. Acımın oluşturduğu kabuğu soyarak acımı tekrar tazeledi.
Bana bu zamana kadar verdiği hiçbir sözü tutmamıştı. Biri hariç. Onu da şimdi, ölünce gerçekleştirdi. Bana, o parmaklıkların ardına hiçbir zaman girmeyeceğini söylemişti. Girmedi de. Kötü bir şekilde de olsa tuttu sözünü.
Ben de şimdi kendime verdiğim bir sözü tutuyordum. Onun yaşattıklarından sonra döktüğüm gözyaşları ayaklarımın altında kururken kendimce söylenmiştim, bu sondu demiştim, onun için bir daha gözyaşı dökmeyeceğim. O toprağın altına girdiğinde bile.
Ve evet, bir damla gözyaşı bile dökmedim.
"Maya?" Koluma usulca dokunan elin sahibine baktım. Doruk yorgun gözlerle bana bakıyordu, "Gidelim mi artık?"
Bir elimi duvara dokundurarak kendimi duvardan ayırdım ve kafamı salladım.
Dorukla beraber hastane çıkışına ilerlerken sormam gereken bir soruyu dile getirebilmiştim "Cenaze ne zaman kalkacak?"
"Akşama doğru," dedi Doruk ensesini sıkıntıyla kaşırken.
Arabaya geldiğimizde etrafa bakındım. Doruk arabanın kapısını açtı fakat bana bakıyordu.
"Uraz'ı beklemeyecek miyiz?" diye sordum ona bakmadan.
"O gitti." dedi beklemediğim bir şekilde.
"Ne?" diye sordum, bu sefer ona bakmıştım. "Bizi bekleyecekti?"
Doruk net bir şekilde,"Gitmek istedi." diye cevapladı. "Gidelim mi artık?"
Sabırsızca sorduğu soru üzerine arabaya bindim. Yolun ne kadar sürdüğünü bile fark etmeden eve varmıştık. O saatten sonra akrep ve yelkovan yarışa başlamış gibi, çok hızlı ilerliyorlardı. Acıkmıştım ama nedense midem hiçbir yemek istemiyordu, çok iştahsızdım.
Saatler geçti ve akşam oldu. Cenaze yerine gittik. Abim toprağa defnedilirken yalnız olacaktı, bunu biliyordum. Çünkü bizim birbirimizden başka kimsesiz yoktu. Babam..? Acaba öğrenir mi oğlunun öldüğünü? Acaba onunla konuşma fırsatı elde etmeli miydim?
Yine kararsızdım. Babam bunu bilmeyi hak ediyordu ama ben onunla yüzleşmeyi istemiyordum. Cenazeden gelirkende kafamda bu vardı. Öyle dalgın olmalıydı ki Uraz arabada kolumu dürtüklediginde irkmiştim.
"İyisin, değil mi?" dedi garip bir şekilde.
"Evet." dedim hemen. "İyiyim. Sadece biraz... Fazla dalgınım." Aslında iyi olmam gerektiğini bile bilmiyordum. Eğer gerçekten iyi olsaydım, vücudumun uykuyu istemesine rağmen yatağa yattığım anda uykuya teslim olurdum. Ama sabaha kadar uyumadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAFIZA
Ficção GeralGeçmişin karanlığını simsiyah bir örtü ile kapatan bir kaza. Her şeyini kaybetmiş bir kişi kadar aciz, zihnindeki boşluğu kendi yalnızlığına hapsedecek kadar çaresiz bir genç kız. Evinde kalacağı iki adamın kendi hayatıyla bağlantısı bir ağ gibi örü...