İçimdeki hisleri kontrol altına alamadığımda kendime kızardım. Bu kendimi bildim bileli böyle olmuştu ve hayatımın sonuna kadar böyle devam edecek sanırdım. Önünde sonunda aklım galip gelir ve kazanan da daima ben olurdum.
Bir gün bu değirmenin duracağını ve bir şeylerin tersine işleyeceğini hiç aklıma getirmemiştim. Fakat işler her zaman umduğumuz gibi olmuyordu. Öyle olsa, yaşamanın ve hayattan keyif almanın ne anlamı kalırdı ki? Planlı bir robot gibi yaşamaktan erken vazgeçmek benim için büyük bir artıydı. Her şeyi boş verip yoluma bakmanın bu kadar güzel bir şey olduğunu daha önceden bilmek için neler verirdim... Sonradan fark etmek bile hayatıma çok şey katmıştı. Bu kadar bencil olduğumun farkına varmam her ne kadar beni üzse de kendime getirmişti. Sevmenin güzel bir şey olduğunu savunup kendimi sevgiden mahrum bırakmak da tam bana yakışır delilikte bir hareketti.
Hala el ele yürürken gireceğimiz mekanın dışını inceliyordum. Diğer yandan da Barlas'ın kafasını ütülemeyi bırakmıyordum elbette. "Maçtan önce iyice doymak istiyorum. Doğru yeri seçtiğine eminsin, değil mi?" Bu soruyu belki de milyonuncu kez soruyordum. En sonunda isyan edecekti ve ben de bunu bekliyordum!
"Doyacaksın boncuk. Patlayana kadar doyacaksın."
"Hihi,"diye saçma bir gülüş ortaya koydum. Birkaç adım attıktan sonra Barlas bana o an sorulabilecek en tuhaf soruyu yöneltmişti.
"Derin, yarım saattir kendimi kokluyorum bu parfümü ben mi sıktım diye. Erkek parfümü kokuyorsun sen?"
Gür bir kahkaha atıp biraz durdum. Ellerimizin birbirine hala bağlı olması garibime gitse de o anlık bir şey demedim. Ne de olsa içeri girerken bırakacaktım.
Parfüm meselesinin sebebi aklıma gelince gülmemi durdurup ona döndüm. "Evet, Egemen'in hırkası içimdeki. Ondan geliyordur. Burnum koku almıyor da.."
Onca saattir bu kokuyla dolaşmam garibime gitmişti. Demek ki burnumun koku duyusu çok kötüydü. Bunu fark etmemiştim.
"Egemen'in hırkası," diye beni onayladı. Ardından tekrar yürümeye başladık.
Çok geçmeden mekanın girişine varmıştık bile. Şu ana kadar el ele yürümüştük ama mekana girerken ellerimizi ayırmıştık. Hem, neydi o öyle? Daha aramızda resmi bir şey yoktu. İkimizden biri sökülene kadar da olmayacaktı.
Kendimize bir masa seçerken oldukça aç hissediyordum. Ciddi manada aç. Barlas'ı delirtmek için yaptığım bir şey değildi. Deli gibi her şeyi yiyebilirdim.
Cam kenarında bir masa seçtik. Karşılıklı oturduğumuzda direkt olarak dışarısı ilgimi çekmişti çünkü tam şu anda kar yağışı başlamıştı. Gecemizin güzel geçeceği kesinleşmişti artık. Bir de Beşiktaş Galatasaray'a üç tane çaksa tadından yenmezdi elbette.
"Sırtından kar atacağım, unutturma bana."
Karı izlerken söylediğim bu cümleye karşı gür bir kahkaha attı. Gülüşü komiğime gittiği için yüzüne bakma ihtiyacı hissettim. "Kar deme bana," dedi gülmesi bittikten sonra. "Niye? Romantik gelmesi lazım," diye yanıtladım. Ardından omuz silktim. "Gerçi, ortamda ben varken romantiklik beklemek salaklık olur."
"Romantik olmadığın kesin ama aşırı duygusalsın." Gözlerimin içine baktı. "Doğru," dedim inkar etmeyip. "Arada öküzlük yapsam da duygusal biriyim maalesef."
Kaşlarını çatarken yanıtladı. "Niyeymiş o maalesef?"
Tekrar omuz silktim. "Bu kadar duygusal biri olmak istemezdim."
"Ben de duygusal biriyim ve bundan memnunum." Güldüm. "Tek ortak noktamız duygusal olmamız Barlas. Biz nasıl anlaşıyoruz ya?"
Bu sefer omuz silken oydu. "Bazen bunu ben de sorguluyorum ama cevabını bulamadığım kesin. Zıt kutup zımbırtısıyla alakası olabilir belki."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)
HumorHiç beklemediğim bir anda mutluluğun beni bulacağını bilemezdim.