7. BÖLÜM

12.8K 580 64
                                    

Çocukken canım sıkkın olduğu zamanlarda koştuğum ilk kişi ya teyzem ya da Çağlar olurdu. Çoğunlukla teyzem olurdu bu kişi. Çağlar da çocuk olduğundan pek çözemezdik işleri. Bizi anlayan, bizi dinleyen birine giderdik.

Teyzem çok güzel bir kadındı. Sapsarı saçları, tıpkı benimkiler gibi mavi gözleri vardı. Onunkiler daha güzeldi ama. Daha mavi, daha sıcaktı. Bizi kendi çocukları gibi görür ve her şeyimize koşardı. Belirli bir yaşa kadar evlenmeyi düşünmüyordu. Dolayısı ile çocuğu da yoktu. Çocukları yerine bizi koymuştu.

Yapmam gerekenler var, derdi hep. Akademik başarılarla uğramıştı. Ona hep imrenirdim. Ben de onun gibi olmak istiyordum.

Geziyordu çoğu zaman. Bize gittiği yerlerden hediyeler de getirdiği oluyordu. Planladığı ve gitmeyi düşündüğü çok yer vardı. Yarısını bitirmişti de. Kalan yarısından birkaçına bizi de götürebileceğini söylemişti. Bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Benim ailem benimle bu kadar ilgilenmiyordu. Anne sevgisi görmemiştim ama teyzem bunu bana gayet iyi aşılamıştı. Bu yüzden belki de huysuz ve saldırgan bir çocukluk geçirmemiştim.

Siz benim minik yavrularımsınız, derdi. Otuzumdan sonra belki benim de yavrularım olur, bunu çok isterim... Bu sözleri aklımın bir köşesine kazılı kalmıştı. Kendine bir yaş koymuştu.

Ama o, o yaşa gelemeden bu hayattan göçüp gitti.

Yirmi beş yaşında geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını yitirdi teyzem. O kazada az kalsın babamı da kaybediyordum.

On ikinci yaşımı bitirip on üçüme girecektim onu kaybettiğimde. Daha dün gibi geliyor aslında. Şimdi ise yirmi yaşıma girecektim. Hayat gerçekten çok garipti. Hiçbir şey planladığımız gibi gitmiyordu. Bunu çok erken bir şekilde anlamıştım.

Kazadan sonra bir süre kendime gelemedim. Daha doğrusu, gelemedik. Çağlar'la birlikte kötü zamanlar geçirmiştik fakat bunu kabullenmeyi de bildik. Hayattı işte, şimdi daha iyi anlıyordum. Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için hiçbir şeyi ertelememeliydik. Her anımızı dolu dolu yaşamalı, ufak tefek sebepler için kendimizi yormamalıydık. Bu hayatta en değerli şeyin kendim olduğumun farkına vardığımda on yedi yaşındaydım. Ne zaman saçma bir ruh haline girsem çabucak toparlıyor, kendime geliyordum. Buna sebep olacak insanları da tek celsede hayatımdan silip atıyordum.

Bugün 30 Eylül. Teyzemin ölüm yıldönümü. Her sene bugün içimde koca bir boşluk oluşur, bir tuhaf olurdum. Nerede olursam olayım mezarına giderdim ama. Bugün de öyle olacaktı.

Eşyalarımı toparlarken içeri giren Çağlar'a dikkat kesildim. İki günlüğüne Bursa'ya gidiyorduk ve birkaç eşya almıştım yanıma.

"Hazır mısın?"dedi, boğazına oturan yumruyu buradan bile hissedebiliyordum çünkü aynısından bende de mevcuttu.

Konuşmayı tercih etmeyip başımı salladım. Sırt çantamı tek koluma taktıktan sonra daha fazla yüzüne bakamayıp odamdan çıktım ve hızlıca merdivenleri indim. Daha fazla yüzüne bakarsam net ağlardım.

Dışarı çıktığımda hafif bir rüzgar esti. Artık sonbahar kendini yavaş yavaş göstermeye başlıyordu. Bu beni sevindirdi. Soğuk havalar benim için vardı sanki.

Arabaya yerleşirken önde oturan annemle dikiz aynasından göz göze geldik. Bir şey deme ihtiyacı hissetmiş olmalı ki arkasına döndü. "Her şeyin tam mı?" Boş bakışlarımı üstünde gezdirirken tek diyeceğinin bu olması beni hiç şaşırtmadı. Buydu sadece. Temel şeyleri konuşur, başka hiçbir şey paylaşmazdık birbirimizle. Bu durumun beni üzen tek yanı ikimizin de aniden ölebileceği olmasıydı. Bunu kafamdan silip atamıyordum. Fakat ben ne yaparsam yapayım bana asla yakın olmayacaktı. Bunu görmemek aptallık olurdu.

KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin