Sıkıntılı bir nefes verdim. Aynada kendime bakarken her şeyin iyi olacağına dair inancım tamdı. Heyecan da vardı sanki biraz. Tamam, biraz değil, çok heyecanlıydım. Bu heyecanımı dizginleyebilmek için sabahtan beri epey çaba göstermiştim.
Odamı terk ettikten sonra koridorda sessizce yürürken odasından çıkan Çağlar'la karşılaşmayı beklemediğim için irkildim. Kollarını birbirine kavuşturmuş, endişeli gözlerle beni süzüyordu.
"Ne olursa olsun kendini üzme, olur mu?"
Yarım bir şekilde gülümseyip direkt olarak ona sarıldım. Onun da benden pek bir farkı yoktu. Havada öyle bir gerilim vardı ki, sadece benimle alakalı da değildi. Hepimiz gergindik ve neler olacağını bekliyorduk.
"İyi ki varsın," dedikten sonra ondan ayrıldım ve hızlıca aşağıya indim. O da ardımdan gelirken arabanın anahtarını anahtarlıktan aldım ve evden çıkmadan önce ayakkabılarımı giydim. Ağır adımlarla kapıya doğru ilerledikten sonra, "Geç gelirsem merak etme, tamam mı?" diyerek Çağlar'a döndüm. "Öyle bir şey mümkün değil ama deneyeceğim biricik," dedi ve gülümsedi. Ben de gülümsedim ve evden ayrıldım.
Arabaya binip her zamanki pastanemize sürerken hata yapmamaya özen gösterdim. Usta sayılmadığım için birkaç kat daha özen göstermem gerekiyordu. Bir müzik açıp gevşemeye çalıştım. Gerginliğim sıfıra inmese de en azından biraz azalmıştı. Arabadan inene kadar sakinleşmeyi başarabilmiştim.
Kaldırımda tıpkı bir salyangoz hızıyla ilerlerken boğazım kupkuruydu. Kalbim ağzımda atıyordu ve bunu engelleyemiyordum. Ne kadar yavaş adımlarla ilerlesem de kendimi bir anda pastanenin kapısının önünde bulmuştum. İç çekerek kapıyı yavaşça iteledim ve bedenimi içeriye soktum. Etrafa kısa bir göz attıktan sonra artık tamamen içerideydim. Olduğum noktadan her zamanki oturduğumuz masa görünmüyordu. Eğer benden önce geldiyse orada oturuyor olacağına dair hiçbir şüphem yoktu. İçim onu göreceğimin etkisiyle heyecanla dolarken adımlarımı hızlandırdım.
Oradaydı. Tam da tahmin ettiğim gibi her zamanki masamızda oturuyordu. Başı hafif öne eğik, hareketsiz bir şekilde öylece bekliyordu. Yavaşça yanına doğru ilerleyip kısa bir süreliğine sandalyesinin arkasında durdum. Ardından nefesimi tutup masanın yan tarafına doğru küçük bir adım attım.
Beni fark eder etmez başını yukarı kaldırdı. Göz göze geldiğimizde ona olan özlemimi artık içimde tutamayacağımın tamamen farkındaydım. Ayağa kalktı ve karşıma dikildi.
"Hoş geldin," dedi, üç gün sonra. Bir şey demedim ve kollarımı boynuna sardım. Bir saniyeliğine duraksadıktan sonra kollarını belime sardı. Uzun sayılabilecek bir süre öylece kaldım. Ben bırakmadıkça o da benden ayrılmadı. En sonunda kendime gelip bir adım geriye gittim. "Hoş buldum," dedim gözlerimi gözlerine dikip. "Bunu yapmam gerekiyordu. Kızma."
Ona yaptığım göndermeye gülüp oturmamı işaret etti. Aramızdaki şey açıklığa kavuşmadan normal yaşayamayacağımızı söyleyip durduğu için bu açıklamayı yapmıştım. Gerçi, ben de aynı fikirdeydim. Sadece fazla özlem sonucu oluşan bir hareketti. Evet, üç gün hiçbir şeydi ama hiçbir haber alınamadığı zaman gerçekten bir zulüm gibiydi.
"Kızmadım," dedi yarım ağız gülerken. Karşısına değil yanına oturmuştum. En son bunu yaptığım zaman ona karşı bir şeyler hissettiğimi fark ettiğim zamandı. Oldukça uzun bir süre önceydi.
"Ayaz sana her gün haber verdi, değil mi?"
Başımı hemen salladım. Arada ayar olsam da cevap vermişti, evet. Hatta ben bir şey yazmadan bile haber verdiği olmuştu. Hakkını yememek lazımdı şimdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)
HumorHiç beklemediğim bir anda mutluluğun beni bulacağını bilemezdim.