Matematik, Kimya, Coğrafya, Edebiyat ve Almanca sınavımı bir kenara bırakıp yazdım ve yayınladım.
Beğenmeniz dileğimle.
Geç geldiğinin farkındayım, özür dilerim.
***
Haykıralım hep birlikte, ne kadar aciz olduğumuzu cümle aleme duyurabilmek için.
Nesin sen? Nasıl bir varlıksın? Nasıl yaşamalısın? Nasıl yaşıyorsun?
Kendime soru sorduğum zamanlarda, ne kadar ahmak ve bencil olduğumu fark ediyorum. Sorulara verdiğim cevaplar koca bir hiç oluyordu genelde. Cevap vermek için, yanımdaki insanlardan kopya çekerdim mesela. Onlar gibi olmak zorundaymışım gibi. Onların yaptıklarını yapmak zorundaymışım gibi... Ve yapmazsam eğer, yanlış anlaşılabilirmişim gibi.
Ben Selin... Karadeniz'in hırçın dalgalarına benzetirken kendimi, kelimelerin bileklerime indirdiği prangalara zıt düşecek bir hırçınlık bu. Zorunda kaldığım şeylerin, boğazıma dizildiği ve kan kokusuyla zihnimi temizlediği bir hırçınlıktan bahsediyorum.
Beyaz bir sayfada adım atarken, ayaklarımın izlerinden oluşan paragraflar sadece benim değil, bütün insanlığın canını yakacak cinstendi.
Virgülü ve noktasıyla birer engeldi hayat denen senaryo. İçlerindeki paragraf başlarına takılmamak gerektiği söylenir, büyüklerimizce. Ne kadar hiçe sayabilirsin başlangıçları. Daha ne kadar görmezlikten gelebilirsin adımlarını.
Tekrar haykır; sen insansın. Hatlarınla, güzelliklerinle, duygularınla, zihninle, gözlerinin hayata bakışıyla, kalbinin hayata bakışıyla... Sen insansın; bu gün varsın, ama yarın yoksun. Yarın yokmuşçasına davranmayı öğrenmelisin. Sen insansın; ardında kötülükler bırakmak istemeyeceğin kadar değersiz.
---
Değersizlik kavramının şuan somut haliydim. Yaptığım atarlı ve giderli konuşmaların sonu Arslan'dan bir ped istemek kadar kötü sonuçlanabilirdi ancak.
''Şey... Aa, tamam bekle hemen alıyorum.''
Arslan beyninden vurulmuşa dönmüştü. Sesi kaymış ve titremişti. İstediğim şeyin ne kadar utanç verici olduğunu bir kez daha hatırlatırken bana ''Hemen geliyorum,'' deyip son cümlesi daha yarıdayken koşmaya başladı.
Klozette öylece oturup beklemeye koyuldum. Sıkıntıdan telefonumu çıkarıp hakkımda çıkan haberlere tıklayıp gelen yorumlara bakındım. Gayet yerindeydi, istediğim şeyler oluyordu artık hayatımda.
Tuvalete tıkırtılar doluşuyor ve peşi sıra kayboluyordu. Gelenler dedikodu yapmadan çıkmazsa olmazdı zaten. Kadınlar tuvaletinin çekici tarafı burasıydı işte, istediğiniz dedikoduyu, kadınlar tuvaletten sonra makyajlarını tazelerken öğrenebilirdiniz. O an transa geçtiklerinden sizin kötü niyetlerinizi anlamakla uğraşmazlar, sadece dedikodunun değeri ve bunu bilen kişinin kendileri olması ilgilendirir onları. Onları derken, bu şey benim için de geçerli. Bu yüzden makyaj tazeleme işimi her zaman kısa tutarım; aman ağzımdan bir yanlış bir şey çıksın, o zaman sonu kötü olabilme ihtimali yüksek.
''İşte, getirdim.''
Kapının altından uzayan bir el ve tuttuğu şeyi alıp işimi hallettim. Dışarı çıkmak ve çıkmamak arasında ikilemdeydim. Yani şimdi her ne kadar bu şeyi fazla dert etmeyecek olsam da, Arslan'ın şok geçirmiş yüzünü görmek beni bile utandırabilirdi.
Zoraki kapının kulpunu çevirip çıktığımda, düşündüğüm gibi Arslan gözlerini irice açmış ve bakıyordu.
''Yaptın mı? Oldu mu? Sorun yok değil mi?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyuncu Gelin
General Fiction''Alo! Yıldız Cast Ajans'ı ile mi görüşüyorum?'' Zoraki konuşmuştum. Yaptığım şeyin ne kadar çılgınca olduğunu bilsem de, bir ümit belki sonuç verir diyerek denedim. ''Evet, buyrun!'' Gelen cevapla birlikte düşündüklerimi bir kenara bırakıp, bir kaç...