Şaşırdığınızı hissediyorum nedense.
Erken final olduğunu düşüneceksiniz, biliyorum. Ya da hissediyorum diyelim. Olması gereken bu, güzeli ve özel olan bu. Kısa ve öz bir şekilde bitmesi taraftarıydım ve öyle oldu.
24 bölüm, dile göre az bir sayı olabilir. Ancak biz 24 bölümde bir çok duyguyu yaşadık, bir çok duygu üzerinde düşündük. Bir çok bölümün başında ben size bir şeyler anlatmak istedim; yeri geldi bölüm başında haykırdık kötülüklerimizi. Yeri geldi bölüm başında aşkın bize ne ifade ettiğini düşündük. Yeri geldi yalnızlığın ifade edişini hissettik anılarımızda.
Şimdi ise finalle karşınızdayım.
Uzun konuşmamı açıklama bölümüne bırakıyorum.
Allah'a emanet.
***
Selin'den;
Son söylediği iki kelimeyle birlikte gözlerinin maviliği, gecenin karanlığına karışmıştı.
Basit olan iki kelime onun dudaklarında süsleniyor ve kulağa harikulade geliyordu. Kulaklarımı dolduran dolgun ve kısık sesiyle birlikte telefona sarılmış ve yapmam gerekeni yapmaya çalışmıştım.
Elim ayağım birbirine dolanmıştı, göz yaşlarım ne tarafa süzüleceklerini anlamazmış gibi bir o yana bir bu yana salınıp duruyordu. Esen rüzgar, mini elbisemin altında çıplak kalan bacaklarıma hayli sert bir şekilde eserken, bu defa gecenin sessizliğini siren sesleri bozdu.
Ortam yanıp sönen mavi ışıklar ve tiz bir sesle gürlerken, kamyon şoförü ne yapacağını şaşırmış bir şekilde gelen ambulans görevlilerine, kendisinin suçsuz olduğunu söyleyip duruyordu.
Görevliler, Arslan'ı sedyeye taşırken dayanamayıp ''Yeter sus. Tamam sen suçsuzsun, şimdi kapa çeneni ve bir işe yara.''
Sinirden nevrim dönmüştü. Nasıl bu kadar aşağılık olabilirdi ki insan. Karşında kanlar içinde yatan biri varken, üstelik bunun olmasına katkıda bulunan kişi sensen. Nedir bu sorumluluk almaktan kaçmak? Nedir bu sorumluluğun altında ezileceğim korkusuyla, etrafa hır gür saçmak?
Arslan'ın görünürde her daim kaba duran ve heybetli duruşu, şimdi sedye üzerinde siliklenmiş ve bir çocuk gibi rahat şekilde kaldırılıp ambulansa taşınmıştı.
Ardından atlayıp bende bindim arabaya. Sürekli olarak bir şeyler konuşuyorlardı aralarında. Kulaklarım tüm sesleri dışarıda kalması yönünde emir vermiş gibiydi, sağırlığın ne demek olduğunun bir nebzesini yaşama şansım olmuştu şuan. Tek duyduğum şey, durmaması için dualar ettiğim Arslan'ın kalp atışlarıydı.
Ne zaman vardık bilmiyorum ama hastaneye çoktan gelmiştik. Arslan'ı birlikte kaldıran görevliler, koşar adım içeri girdiler. Onları takip etmek şimdi daha zordu benim için. Ayaklarım tutmuyordu, güçsüzlerdi. Bana ihanet ediyorlardı.
Peşlerinden ilerlerken, bir hemşirenin Arslan'ın durumu hakkında rapor verirkenki yüz ifadesine denk geldim. O anki çaresiz bakışları, yorgun ve ümitsiz duruşu... Bu kadar kolay mıydı vazgeçmek için hali hazırda durmak? Bir insanın kalp atışları bu kadar kolay terk edilir miydi?
Hepsi nazarımda hain birer insana dönüşmüştü. Arslan'a bakışları ümitsiz, çaresiz ve terk ediş belirtisiydi.
Ameliyathaneye girdiklerinde, içeri girememem yönünde uyarılar yapan adam yüzünden dışarıda kalmıştım. Bulduğum bir yere çöküp, ayaklarımla ritim tutmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyuncu Gelin
Fiction générale''Alo! Yıldız Cast Ajans'ı ile mi görüşüyorum?'' Zoraki konuşmuştum. Yaptığım şeyin ne kadar çılgınca olduğunu bilsem de, bir ümit belki sonuç verir diyerek denedim. ''Evet, buyrun!'' Gelen cevapla birlikte düşündüklerimi bir kenara bırakıp, bir kaç...