Acı tüm vücudumu bir bayrak gibi dalgalandırmaya yetecek kadar güçlüydü ve ben bu acıyı bir kaç saniye yaşamış dahi olsam dakikalar hatta saatler geçmiş gibi hissediyordum. Kemiklerim tek tek kırılmış tekrar büyük bir hızla yerine kaynamış gibi. Lepha küreyi geri çekti ve hala yanmakta olan omuzuma dokundu. Bense koltuğun kenarına sinmiş ağlamak üzereydim. Ama o dokunduğu an acı hiç var olmamış gibi kayboldu. Yanma hissi dahil.
Lapne odanın içinde çakan bir şimşek gibi ışıkla birlikte yok oldu. Hızla yerimden kalkarak John'un masasının yanındaki aynanın karşısına geçtim. John sükunetle beni izlemeye devam ederken bluzumun omuz kısmını açtım ve işarete baktım. Etrafı şeritle sarılı bir kılıç işaretiydi.
"Bu ne demek?"diye sordum.
"İşaretler kişiye özeldir. Bir anlamı olduğunu sanmıyorum." diye yanıtladı John. Aslında anlamı bendim. Benim işaretim. Artık bir muhafız olmak için ilk adım atılmıştı.
"Peki güçleneceksin demiştin. Ama farklı hissetmiyorum." diye sordum. Ben ışık saçıp güçler kazanacağımı düşünüyordum.
"Biraz zaman tanı zamanla güçlerin yerine gelecek."
Hiç bir beklentimin karşılanmamasının verdiği hayal kırıklığı ile odama döndü. Dolaba asılı olan pijama takımını giyerek yatağa girdim. Çok yorgun hissediyordum ve iyi bir uykuya ihtiyacım vardı.
Masmavi gökyüzünün altında bir ormanda yürüyordum. Her yerde rengarenk kelebekler uçuyordu. Üzerimdeki beyaz elbisenin etekleri rüzgarla dans ediyordu adeta. Kendimi huzur içinde ve rahat hissediyordum. Sanki evimdeymişim gibi. Ağaçların arasından etrafı izleyerek ilerledim ve şiddetli bir su sesi duydum. Ve oldukça yakın gelen sese doğru yürüdüm. Sonunda bir şelalenin yanında buldum kendimi. Tertemiz su küçük bir göl oluşturmuş daha sonra bir dere sayesinde ormanın içine doğru akıyordu. Gölün kenarına oturup ayaklarımı suya soktum. İnsanın ölene kadar kalmak isteyeceği yerdi burası. Güzellik bu olmalıydı. Sonra bir çıtırtı sesi duydum. Ve arkamı döndüğümde onu gördüm. Annemi . Hızla yerimden kalktım ve boynuna sarıldım.
Saçlarımı okşadı. Aynı kokuyordu. Vanilya ve portakal çiçeği kokusu. Kafamı kaldırdım ve yüzüne baktım. Çok genç görünüyordu. Sarı saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu ve en sevdiği beyaz elbisesi üzerindeydi.
"Bir rüyadayım değil mi?" gülümsedi.
"Evet." tekrar boynuna sarılıp kokusunu derinime kadar çektim.
"Kavin!" yüzüne baktım. "Sen bir görev için Dünya'ya geldin. Muhafız olmak kaderinde yazılıydı."
"Daha önce neden anlatmadın anne?"
"Zamanı gelmesini bekledim." omzumdaki işarete dokundu. "Bu işaretin bir anlamı var. Sen bunun için seçildin."
"İşaretin anlamı nedir anne?" dedim heyecanla. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Yakında öğreneceksin. O zamana kadar dikkatli ol." sonra birden ortadan kayboldu. Hızla etrafıma baktım ama gitmişti. Aklımda bir sürü soru işareti bırakarak gitmişti.
Hızla yataktan kalktım. Güneş doğmuştu. Lavaboya gidip yüzümü yıkadım. Ne için seçilmiş olduğumu bilmiyordum ve öğrenmek zorundaydım. Hızla üzerimi değiştirdim ve aşağı indim. Yaşlı bir kadın mutfaktaki büyük masayı kahvaltı için hazırlamıştı beni görünce yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.
"Günaydın." bende gülümseyerek karşılık verdim. Kısa boylu ve hafif şişmandı. Beyaz saçlarını topuz yapmıştı. Yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin arkasındaki mavi gözleri ışıldıyordu. Sevecen görünüyordu. Sandalyelerden birini işaret etti.
"Buraya oturabilirsin. Burası senin."şaşkınlıkla ona baktım.
"Burada herkesin yeri bellidir. kimse başka yere oturmaz." Burayla ilgili öğrendiğim kurallardan biri. Kimse sandalyesini başkasına vermiyor.
"Anladım."gülümseyerek gösterdiği yere oturdum. Tam tabağıma yiyeceklerden alacağım sırada kadın eliyle beni durdurdu.
"Herkes yerini almadan yemeğe başlamayız." yutkundum. Kendimi sert kurallarla yönetilen yatılı bir okulda gibi hissediyordum. Pek bir farkı da yoktu aslında.
Bir kaç dakika sonra herkes günaydınlaşarak masadaki yerlerini aldı. En son John masanın başındaki sandalyeye oturdu ve herkes ellerini çenesinin altında birleştirdi. Yemek duası edeceğimizi anladığımda hemen onlar gibi yaptım ve gözlerimi kapadım.
"Tanrım, Bize Verdiğin Bütün Yiyecekler İçin Sana Teşekkür Ederiz. Aramızda Paylaştığımız Bu Ekmekle Hem Sana Hem Kardeşlerimize Ve Tüm İnsanlara Sevgi İle Bağlı Olalım. Amen."
John duayı bitirdikten sonra hepimize yemeğe başlamamızı işaret etti. Tanrı için savaşan askerlerin olduğu bir birlikte yemek duası edilmesi neden bana ilginç gelmişti anlamıyordum. Sanırım ben onlar kadar dine düşkün sayılmazdım. Annemin zorunda pazar günleri kiliseye mecburi gidişlerim hariç. Hayatımda bir kaç kez dua etmişimdir oda kabul olmamıştı zaten.
Yemekten sonra John'un yanına gidip kıyafet ihtiyacım olduğunu ve bu yüzden eve gitmem gerektiğini söyledim. O da Raven ve Barlas'la gidebileğimi söyledi. Raven pek bu durumdan hoşnut olmasa da mecburen kabul etmişti. Barlas'sa hiç itiraz etmemişti. Yakışıklı olduğu kadar kibar biriydi Barlas.
*****************************
Bodrum kata indiğimizde burada ne aradığımızı sordum Barlas'a Raven çoktan bir asansörün içindeydi.
"Biz şehrin içine bu kabinlerle yolculuk yaparız. Aslında bir geçiş kapısıda mevcut ama Raven ve John dışındaki kimsenin kapıyı kullanma izni yok."
"Anlıyorum." dedim ve suratı asık Raven'ın olduğu kabine girdim. Raven kenardaki ekrana bir kaç rakam girdi.
"Bunlar gideceğimiz yerin şifresi." dedi Barlas. Bİr saniye sonra kabin hızla hareket etti ve yaklaşık bir dakika sonunda durdu.
"Bu kadar yakın olduğumuzu bilmiyordum."dedim Barlas'a
"Aslında yakın değiliz. Kabin neredeyse ışık hızında hareket ediyor." Şaşırmıştım
Henüz biz bu teknolojiye gelememiştik ve muhafızlar ışık hızında hareket eden bir makine kullanıyorlardı. Raven tekrar düğmelere dokundu ve kapı açıldı. Boş bir binanın içindeydik. Bir kabinden çıkınca kapı kapandı ve tuğlarla örülü bir duvar haline geldi. Raven önden Barlas ve ben arkadan merdivenlerden indik ve tahta kapıdan bir ara sokağa çıktık. Biraz yürüdükten sonra caddeye çıktık. Burası Street Fail caddesiydi ve kabinden indiğimiz binada eski Loren otel binasından başkası değildi. Street Fail bizim iki blok uzağımızdaydı.
Dairemizin kapısına geldiğimizde kapının hafif aralık bırakıldığını fark ettim. Barlas beni hemen arkasına çekti. Raven cebinden bir hançer çıkardı ve Barlas'a baktı. Sonra yavaşça kapıyı aralayıp içeriye girdi. Barlas'ın koluna dokundum.
"Neler oluyor?" dedim fısıltıyla, birinden saklanıyormuş gibiydik.
"Kül kokusu, zebani olduğuna işarettir."hafif bir yanık kokusu alıyordum ama o söyleyene kadar ciddi olabileceğini tahmin etmemiştim. O anda içeriden bir cam kırılma sesi geldi. Korkuyla Barlas'a baktım.
Yeni bölüm geldi tazecik :D multide işaret var. Acaba anlamı ne ? ;)))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUHAFIZLAR Cehennem Lordu
FantasyTanrı'nın en sevdiği Lucifer diğer melekler gibi insanın önünde diz çökmedi. Ona göre kendisi topraktan yaratılmış bir varlıktan daha üstündü. Sonunda kibrine yenik düştü ve cennetten kovuldu. Kendi için hazırlanmış olan cehenneme sürgün edildi. Ama...