Yanılıyoruz, yanılıyorum hiçbir şey düzelmeyecek. Kendimi kandırıyorum. Aydınlık var mı benim için? Düzelir diye umuyordum ama yeniden başa döndüğüme göre her şey aynı olacak. Yenilenecek bütün kâbuslar, bütün acılar yeniden başa saracak. Bitmesini istiyorum ama bitmeyecek. Savaşmak istiyorum ama yoruldum, artık savaşamıyorum. Savaşacak gücüm var mı bilmiyorum. İstediğim sadece bir şey var ; bu şehirden, anılarımdan, geçmişimden, hayatımdaki tüm insanlardan koşarak kaçmak istiyorum. Ve sanırım bunun zamanı geldi. Her şeyi geride bırakmanın zamanı.
Cinayetin üstünden üç gün geçmişti. O üç gün varla yok arasındaydım. Okula gitmedim, Buğrayı görmek için bir kere yanına gittim daha sonra ise sadece telefonda konuştuk. Cemre, kuzey ve kaan da ayrı ayrı arayıp ne halde olduğumu sordular. Dün akşam ise annem babam ve kardeşimi karşıma alıp az önceki düşüncelerimi onlarla paylaştım. Gitmek istediğimi söyledim. Kötü olduğumu gördükleri için izin vermeleri zor olmadı. Nereye gideceğim belliydi aslında. Ankara.
Orada kiraya verdiğimiz bir evimiz var ama en son oturan kiracılar 2 ay önce gitti. Babam Ankara'da bir lisede müdür olan arkadaşını arayıp kayıt işini hemen halletti. Eşyalarımı toparladım ve bu gece gidiyorum, kimseye haber vermeden.
Buğra, cemre, kaan , kuzey, kesinlikle kızacaklar bana ama gitmem gerekiyor. Beni anlarlar belki, yani umarım. Yola çıkma vakti...
Otobüsten inip, taksiyle Cengizhan Sokağı'na gittim. Kalacağım binanın önüne geldiğimde taksiden inip bavullarımı asansörün içine koydum ve altıncı kata çıktım. Evden içeri girip bavulları olduğu gibi bırakıp balkona çıktım. Uzun bir süre kalmayı düşündüğüm, sokaklarına yabancı olduğum Ankara'ya baktım. Sessizdi. Tamda istediğim şeydi bu. Salona gidip kanepeye uzandım ve burada geçireceğim ilk uykuya kapadım gözlerimi.
Sabah uyandığımda elimi yüzümü yıkayıp duşa girdim. Kanepede uyuduğum için dolayısıyla belim ağrıyordu ama duş iyi geldi. Bavulumdan saç kurutma makinemi ve kıyafetlerimi çıkarttım. Saçlarımı kuruttuktan sonra üzerime spor kıyafetlerimi geçirip evden çıktım. Kahvaltı yapmak için ufak bir cafe buldum. Yiyecek bir şeyler ve bir fincan da nescafe söyledim. Ben siparişimi beklerken cebimde titremeye başlayan telefonuma baktım. Buğra arıyordu. Biraz bekledim, üçüncü çalışta açtım telefonu :
'' Arya, neredesin sen?''
'' Bilmem.''
'' Arya, Kaç kere aradım neden açmadın ? Eve cemreyi yolladım, annen gittiğini söyledi. Nereye gittiğini söylemiyor. Neredesin ! ''
'' Uzakta.''
''Arya ! beni sinirlendirme ! ''
'' Buğra üzgünüm ama uzaklaşmam gerek beni rahat bırakmanı istiyorum artık yoruldum.''
'' Yerini söyle. ''
''Hayır.''
'' Arya, ben git demeden hiçbir yere gidemezsin ! ''
'' Çok geç. '' dedim ve telefonu kapattım. Beni bulacağından eminim ama hemen değil.
Kahvaltım geldikten sonra acele etmeden kahvemi yudumladım. Buğranın sesini duyduktan sonra içimde oluşan hüzün sinirlerimi bozmuştu. Sahi buğra ne ara benim için bu kadar önemli olmuştu ? Hayatıma gireli iki ay oldu sanırım ama ben Buğra hakkında çok az biliyorum. Tam olarak kaç yaşında onu bile bilmiyorum. Benimle aynı yaşta olduğunu sanmıyorum, 18 gibi durmuyor. Onun hakkında araştırma yapmam lazım.
Kahvaltımı bitirip aklıma gelen ilk kişiyi aradım. Gökalp. Küçükken yazları arada Ankara'ya gelirdim ailemle. Birkaç hafta kalırdık. O bir kaç haftada edindiğim arkadaşlarımdan biriydi Gökalp. Hatırladığım kadarıyla tam bir teknoloji manyağıydı. Buğranın bilgilerini bana bulacağından eminim. Telefonu ikinci çalışta açtı :
![](https://img.wattpad.com/cover/28884145-288-k288252.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıktan Aydınlığa
Novela JuvenilBir cinayet. İki görgü tanığı. Ve tıpkı kâbuslar gibi bitmek bilmeyen olaylar. Karanlıktan çıkmak istiyorlar ama karanlık üstlerine çökmüş, ruhlarıyla harmanlanıp vahşi bir hayvan gibi kemiriyor zaten tükenmekte olan aydınlığı. Bu hikayede sorulma...