İç Döküntüsü

553 51 17
                                    

Kyungsoo, yeni baş belasını dinliyordu. Anlat, dediğinde gerçekten de anlatacağını hiç düşünmemişti. Oysa Kai denen adam durmuyordu. Kyungsoo gözlerini kapattı ve yumuşak ses tonunun kendisini geçmişe, geleceğe, uzaklara götürmesine izin verdi.

"Babamdı benimki. Bir polis olan babam. İnsanların değerlerini biçmeyi kendisine görev bilen çok sevgili babam. İnsanlar ya iyidir ya da kötü, ya yaşamayı hak ederler ya da oksijeni israf ederler, sence de öyle değil mi Kyungsoo?"

Kyungsoo cevap vermedi, uzun oğlanın cevap istediğinden de emin değildi zaten. Kai, onun cevap vermeme niyetini anlamış olacak ki devam etti. 

"İnsanlar yaşamayı hak etmek için bir şeyler yapmalıdır. İyi bir şeyler yapmıyorsan eğer kötü şeyler yapmasan bile kötüsündür. Yaşamayı hak etmezsin. Babam bana bunu hep zor yoldan öğretti."

Kyungsoo gözlerini simsiyah giyinmiş adama dikti. Gözlükleri yine gözündeydi. Yavaş adımlarla ona ilerledi ve gözlükleri çekip aldı. Şimdi Kai'nin uzaklara diktiği gözlerini daha net görebiliyordu.

"Ben de, o zaman işe yaramalıyım dedim. Öyleyse iyi bir şeyler yapmalıyım. Acaba iyi bir şey yapıyor muyum sorusunu sormamak için de babamın izinden gitmeye karar verdim. Kötüleri ceza-"

"Yalan söylüyorsun." Kyungsoo konuşmadan önce yüzünü tekrar nehre dönmüştü. "Bana yalan söylüyorsun. Eğer doğruları söylemeyeceksen konuşmanın bir anlamı yok."

Hızlı bir rüzgar ikisini de derin bir sessizliğe gömdüğünde Kyungsoo yaşamı hissettiğini düşündü. Yer altında ve yer yüzünde nefes alan her şeyin varlığını hissettiğini sandı. Ellerini korkuluk demirinde gezdirirken 'işte bu' diye geçirdi içinden 'sadece bu an için bir otobüs dolusu insanı öldürebilirim'. 

"Nereden anladın?" Kai'nin sesi şimdi daha soğuktu. "Yalan olduğunu nereden anladın?"

"Gözlerine baktım." Kyungsoo, gecenin havasını içine çekerken bu karanlıkta her şeyin ne kadar ortada olduğunu bir kez daha görmüş oldu. "Hiç kimse kendi şeytanından bahsederken bu kadar boş bakamaz. Gereken nefret, çaresizlik ve öfke sende yok. Yine de söylediklerinin gerçekten de hayat görüşün olduğunu düşünüyorum."

Kai'nin stabil nefeslerini dinliyordu şimdi de. Oğlan anlatıp anlatmamayı düşünüyor olsa gerekti. "Düşündüğümden daha zekisin." dedi sakince.

Kyungsoo dirseklerini trabzanlara dayadı ve omuz silkti. "Sadece bana yalan söylendiğinde anlıyorum."

"Öyleyse sana gerçeği anlatmam gerekiyor..." Kai'nin yanına geldiğini hissettiğinde her ne kadar gerilse de sesini çıkarmadan devam etmesini bekledi Kyungsoo. Sonunda yanına gelen Kai de onun gibi dirseklerini dayadı soğuk metale ve konuşmasını devam ettirdi.

"Ama babam konusunda yalan söylemiyordum. Yani şeytanımın o olduğu hakkında. O ada şerefsizin tekiydi."

Kai'nin yüzündeki çarpık sırıtış çok net görülüyordu. "Bütün pis çetelerle, illegal iş yapanlarla sanki gizli bir anlaşması vardı. İstediği herkesten rüşvet alır, istediği herkesin başını yakabilirdi. Dünyanın hayatta kalma savaşı olduğuna inanırdı. Annemi..."

Kai duraklamıştı. Sanki yıllardır ilk defa dile getiriyordu bu gerçeği, ilk defa söze döküyordu bu zehri. 

"Annemi öldürdüğünde şüphelenilmedi bile. Kimse ondan şüphelenmedi." Son cümleyi tükürür gibi söylemişti. "Kadını döverek öldürdü ve hiç kimse o lanet adamdan şüphelenmedi."

Bu söylediği şey sanki bir espriymiş gibi güldü Kai, ama kötü bir espri olsa gerek sonunda homurdanmaya başladı. 

"Babamı öldürdüğümde on üç yaşımdaydım." Kai bu cümleyi söyleyen oğlana şaşkınlıkla baktı. Kyungsoo, kendi babasını mı öldürmüştü? "Üvey babamdı." cümlesini duyunca belgeleri hatırlar gibi oldu ve başını salladı.

UnforgivenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin