Bölüm Parçası : One Republic - Come Home
-ŞİMDİ-
Zigot mucizevi bir varlıktır. Hem annenin hem babanın elli bin genini barındırabilir. Minik zigot, yirmi dört veya kırk sekiz saat arasında çoğalmaya başlar. Böylece embriyo oluşmaya başlar ve sekizinci haftada oluşumunu tamamlar. Bu haftada bebeğin kalp atışları ulturasonik steteskop yardımıyla hissedilme başlanır. On birinci ve on ikinci haftada nefes alıp veriliş başlar. Yedinci ayda bebek hareketlenmeye başlar. Dokuzuncu ay geldiğinde bebek ana rahminden çıkarak dış dünyaya ilk bakışını gerçekleştirir.Her Ademoğlu bu aşamalardan geçtikten sonra ilk olarak annesinin kucağına yerleştirilir. Bebek ilk kez ait olma ve güven duygusunu keşfeder. Bu ona bahşedilen ilk sarılmadır.
Sarılmak kan basıncını düşürür. Bir bebeğe sarıldığınızda kalp atışları yavaşlar ve daha az ağlamaya başlar. Bebeği emzirirken sırtı sıvazlamak normalden daha hızlı gelişme seyri gösterir.
Bir yerlerde-Bir dergide ya da sitede, hatırlamıyorum- okumuştum: Yapılan araştırmalara göre sarılmak ruhu iyileştiriyordu.
Kötü hissettiğinizde ellerinizin sizi seven avuçlara alınması ne kadar rahatlatıcıdır bilirsiniz. İlk karşılaşmamızda beni nefret dolu bakışlarıyla boğan adamın kollarındaydım. Fakat sarılmak iyi hissettiriyordu.
Sarılmanın iyileştirici gücünü hissetmeye çalışmak, sanki hayatı değiştirebilir bir güç gibiydi.
Bana neden sarılıyordu bilmiyordum.
Böyle olmak istemiyordum.
Böyle hissetmek istemiyordum.
Hayır ağlamayacaktım.
Uras'ın kollarında dağılmayacaktım.
Dağılmak için sarılmaya ihtiyacım yoktu. Ben zaten harabeydim.
***
-ŞİMDİDEN BİR HAFTA ÖNCESİ-
"En kötü şey öldürmeyen acıdır. Çünkü asla dinmez ve eğitilmez. Bir barbar gibi sende ne varsa yakıp yıkar." demiş Franz Kafka. Tek bir son nefes her şeyi çözebilirdi.
Hissettiğim bütün duygular beni bıçak gibi kesiyordu. Acımı göremiyordum. İncitmemesi için ellerimle itemiyordum. Tadı da hissettirdikleri kadar acı mı diye tadamıyordun. Soyut bir şeyin fiziksel olarak acı verebilmesi oldukça ironik.
Bazen kaçmak istiyorum. Her şeyden... Herkesten... Hissettiklerimden... Ve en çok da kendimden...Annem benden daha küçük bir yaşta, trafik kazasında kaybetmiş ailesini. Merak ediyorum sadece; içindeki boşluğu doldurmayı nasıl başarıyordu? Oda kaybolmuş muydu benim gibi? Tekrar hayata bağlanabileceği şeyi nasıl bulmuştu?
Günler beraberinde haftaları, haftalar ayları, aylar yılları getiriyordu fakat hüzünüm büyüyen özlemimle git gide şiddetleniyordu. Zamanın her şeyin ilacı olması gerekmez miydi, oysaki?Babamın tok sesi beni gerçeklikten kopmuş vaziyetimi uyandırmak için sarstı: "Beni dinliyormuş gibi görünmüyorsun!" dediğinde kafamı kaldırdım.
Nasıl olurda aynı konuşmaları yapmaktan sıkılmıyordu? Aynı şeyleri dinlemek istemiyordum. Kulaklarımı ve gözlerimi kapatma şansım olsaydı tereddüt etmezdim. Neden yanımda değildi? Hayatın salıncağından düşmüştüm ve kalkmam için elini uzatmıyordu. Ben annemi, o ise karısını kaybetmişti. Birbirimizin yaralarını ikimizden başka kim en iyi şekilde sarabilir ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KUMRU
Teen Fiction"Kaybolmuş bir ruhtum sadece ve doğru yolu bulmak için çabalamıyordum. Ben akıntıya karşı çırpınmayı seçmemiştim. Çünkü ne kadar çırpınırsam hayat da beni o denli derin karanlık sulara çekiyordu." Derin Ertürk; lisenin popüler başarılı,sevecen,şı...