Ruhların Dansı

20.1K 1.2K 1.8K
                                    

❈19❈

Tromso, Norveç

Gülümsüyordu.

Gün boyu, başkalarıyla konuştuğu anlarda ve aramızda boşluklar varken bile. Onlara odaklı gözleri birkaç saniye bana dönüyordu, başını sallarken dudaklarında silik bir tebessüm tomurcuklanıyordu.

Onlarca kişinin içinde ikimiz yalnız kalabiliyorduk, yalnızken de kalabalıklaşıyorduk.

Ve ben Jungkook yüzünden kendimi tam anlamıyla 18 yaşında hissediyordum.

Bu hissin tatilden önce zirvelerde dolaşan cinsel çekimimizle alakası yoktu. Onsekizdim; özgürdüm, genç ve biraz asi. Dünyayı avuçlarıma sunuyormuş gibi mutlu, hiçbir şey beni kıramazmış gibi umursamaz ve asla ölmeyecekmiş gibi aşıktım.

Kırıklarımın üzerine bir örtü sermişti yada gözlerimi bağlamıştı. Hüzünlerim içimdeki hiç susmayan depresif tarafımın fısıltılarından ibaretti, görüş açıma giren tek şey ise Jungkook. Duyularım ondan başka her şeyi algılamayı reddediyordu.

Depresif yönüm dizlerini kendine çekmiş, karanlık tarafta kalmakta ısrar ediyor ve söyleniyordu;

Pişman olacaksın.

Çok.

Pişman.

Sana gelmeden önceki halinden daha kırık, dokunmadan önceki zamanlardan daha aşık.

Düşeceksin.

Çok sert düşeceksin Park Jimin ve seni kaldıracak olanların varlığı bir yana, sen kalkmak istemeyeceksin artık.

Bu sefer sadece ağlamayacağız, gideceğiz.

Dizi dizime değiyordu. Ayakkabılarını çıkarıp bacaklarını altına aldı ve omzuma yaslanarak gözlerini yumup, koluma sıkıca sarıldı.

"Yoruldum."

Yönetici ile birlikte kalacağımız yerleri ayarlamış, karavan kiralamış, gün boyu heyecanla koşturmuş ve normal bir insanın yorulmasını sağlayacak şeylerle meşgul olmuştu. Elimle çenesini tutup hafifçe salladım.

"Sen bir vampirsin. Nasıl böyle şeylerden yorulursun?"

Kaşlarını kaldırarak çenesindeki elimi avuçlarına aldı.

"Ellerim yoruldu, kulaklarım ve gözlerim. Ve burnum."

Bir elimi avuçlarından çekerek tersiyle kahkahamı kısabilmek amacıyla ağzıma kapattım başımı arkaya atarak gülerken. Ağzından çıkan saçma kelimelere eşlik eden ciddi bakışları beni öldürüyordu. Tekrar elimi kavradığında ona baktım ve duyduklarımla birlikte kahkaham sönerek onun tatlı tebessümünün aynısına dönüşüverdi.

"Çünkü senden uzak kaldılar. Ellerime dokunmadın, sesini duymadım, bana bakmadın, bugün sana hiç sarılamadım."

Yüzüne yaklaşarak burnuna küçük bir fiske vurdum.

"Yani en çok burnun mu yoruldu?"

"En çok burnum."

Boynuma sokularak mırıldandığı için boğuk çıkmıştı sesi. Yanağımı saçlarına yaslarken ellerini tamamına saramasamda avuçlarıma aldım ve ovdum. Kollarını da boydan boya okşarken mırıldandım.

"Geçti mi?"

"Her yerim yorulmuş sanırım."

Onu hızla iteklediğimde bu sefer kıkır kıkır gülen kendisiydi.

AkayukiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin