❈26❈
"Az kaldı, bebeğim."
Jeon Jungkook'un ortamdaki kesif sessizliği bölen mırıltısı, sol dizinde oturan minik oğlanın bedenini huysuzca, sıkıntıyla büküşünü durdurmuştu. Boğumlu parmakları kulağına seslenip, ensesini öpen adamın kemikli ellerini kavradı, gömleğin manşetindeki parlak düğmede toplanan dikkati ağlayışını başladığı gibi kesmişti, işaret parmağıyla düğmeyi sökmeye çalışıyordu.
Çıkaramayacağını anladığı an ilgisi kayboldu, tekrar sızlanmaya başlayınca koltuk altlarından tutup kendisine çevirdi bebeği. Ufak ayakkabılarının pantolonunda bırakacağı izler umurunda olacak en son şey bile değildi, çocuk ellerini Jungkook'un çenesine yasladı. Böylesine hızlı ağlayabilmesi şaşırtıyordu Jungkook'u, yaşlar tombul yanaklardan çenesine ulaşamadan tekrar gülümseye başlamıştı bile. Kucağındaki çocuğun aksine o, ağlamakta zorlanıyordu.
Küçük bir kıyameti kısıldığı fanusun içinden izliyordu Jungkook, camları çatlaklarla doluydu, yıkıntıların ona ulaşmasına tek bir kırık yetecekti; ışıklar söndüğünde, pamuğun üzerine döşenmiş bir ayna gibi donan şelaleye ulaştığında, Jimin'in muntazam sesine ve kıkırtılarına şahitlik edip, içine hapseden ağaçlara çarpmak için can atan çığlığını serbest bıraktığında, ağlayabildiğinde, gerçekten ağlayabildiğinde kırılacaktı.
Yüzünün dibinde duran küçük gözler göğsünde tekrar büyümeye başlayan o eski dostu, benliğini yutan boşluğunu genişletiyordu. Nasıl benzerdi ona bu kadar; burnu, elleri, parmakları, gözleri? Bir kere ağlamaya başladığında asla duramayacaktı, çocuğun yüzüne her baktığında eksiliyordu. Başını omzuna bastırıp, yüzünü arabanın camına doğru çevirmesini sağladığında ayak uydurdu, usulca yaslandı göğsüne. Avucunu soğuk cama yasladı, ufacık parmaklarının sıcaklığının etkisiyle buharlandı elinin çevresi. Jimin'in gittiği günden beri karların üzerine yağmur yağıyordu, sokaklar ve caddeler beyazın narinliğinden arınmış, çamur ve pisliğe bulanmıştı.
"Kararını bize söylemedin, ne yapacaksın?"
"Ne kararı?"
Sürücü koltuğunda oturan ve çekinerek konuşan Taehyung'un aksine Jungkook'un sesi sakindi. Sağ tarafında oturan Seokjin sessizliğin devam etmesi üzerine gözlerine baktı safkanın, beklediği cevabı ona sunan kırmızının en derin tonundaki gözler, Seokjin'in sevimli, kalın dudaklarını tebessüm için gerdi. Ön koltukta öylece yolu izleyen yöneticinin ise hiç sesi çıkmıyordu.
"Konseye gittiğimizde ne yaparsan yap Jungkook, hemen arkanda olacağız. Hatta eğer istersen en önde."
"Yine de ne yapacağımızdan bir hepimizin haberi olsaydı güzel olurdu."
Taehyung'un sözleri havada asılı kaldığında, konsey binasının bahçesine çoktan girmişlerdi. Kasvetin her bir köşeye sızdığı bahçede mevsimi geldiğinde çiçeklerin yetişebilmesi imkansız gelirdi göze, güzellikler Park Jimin'in kanına, terine ve gözyaşlarına ev sahipliği yapan bu uğursuz mekanda eğreti duruyordu.
Peşleri sıra gelen gümüş rengi arabadan önce Namjoon indi, az çok tahmin ediyordu Jungkook'un ne istediğini. Hoseok sol yanağı boylu boyunca bandajlı olan Yeri'nin inmesine yardım ederken, Yoongi'de bebeğe ait çantayı bagajdan çıkarmakla meşguldü.
"Onu seninle birlikte evde bırakmalıydık."
Yeri'ye hitaben ağzının içinde geveleyerek konuşurken kızın tarafına bakmıyordu. Yaralarının ve yanıklarının hızlı iyileşiyor oluşu içten içe Jimin'e kin gütmesini engelleyemiyor, aksine öfkesini büyütüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akayuki
FanfictionGözlerini kapalı çizdim görmesinler diye kimseyi Madem görmeyecekler bundan sonra beni 2 Şubat 2016 ∞ 31 Aralık 2017