❈30❈
🎡
St. Petersburg, Rusya
Gökyüzüne en son dokunduğumda, on sekiz yaşındaydım; özgürdüm, genç ve biraz asi. Dünyayı avuçlarıma sunuyormuş gibi mutlu, hiçbir şey beni kıramazmış gibi umursamaz ve asla ölmeyecekmiş gibi aşıktım.
Kırıklarımın üzerine bir örtü sermişti ya da gözlerimi bağlamıştı. Hüzünlerim içimdeki hiç susmayan depresif tarafımın fısıltılarından ibaretti, görüş açıma giren tek şey ise o. Duyularım ondan başka her şeyi algılamayı reddediyordu.
Depresif yönüm dizlerini kendine çekmiş, karanlık tarafta kalmakta ısrar ediyor ve söyleniyordu;
Pişman olacaksın.
Çok.
Pişman.
Sana gelmeden önceki halinden daha kırık, dokunmadan önceki zamanlardan daha aşık.
Düşeceksin.
Çok sert düşeceksin Park Jimin ve seni kaldıracak olanların varlığı bir yana, sen kalkmak istemeyeceksin artık.
Bu sefer sadece ağlamayacağız, gideceğiz.
Düştüm.
Önce en sert şekilde zemine yenildi bedenim, sonrasında tekrar tekrar gitmekten başka seçenek olmadı benim için.
Fakat sığındığım hiçbir şehir Jungkook'un hayaletini uzak tutamadı benden; yaşlı bir kadının kabuslu gecelerimde ensemi okşarken hissettirdiği şefkatinde onu buldum, alnıma yaslanıp uyumaktan hoşlanan bir kedinin yumduğu gözlerinde onu, köhne sokaklarda eksilirken genç bir kadının kalkayım diye uzattığı ellerinde onu, yere düşen yaprakların ölü renginde, benim acılarım azalmaksızın tazecik dururken hala değişebilen mevsimlerde, tomurcuklanan çiçeklerin diriliğinde, genç bir oğlanın çaresiz sevgisiyle benimkilere dokunan dudaklarında yine onun tadı kapladı damağımı, adımı seslendiklerinde işittiğim ses hep ona ait oldu, yine özgürlüğüm deyişini duydum, herkese sağır etti beni. Unutmayı sadece düşündüğüm her an zihnime daha çok kazındı, baktığım her yerde var olarak bana yenilgiyi kabul ettirdi.
Unutamadım.
Kimseyi tamamen unutamıyordunuz zaten, hayatınıza değip geçen herkes ufak bir kara leke bırakıyordu ruhunuzda.
Fakat boşluklarımın sahibi olan bu adam sadece hayatıma değmekle kalmadı, anneme koşabilmeyi dilediğim kabuslu gecelerimde annem oldu, kimsesiz kaldığım o gece beni kollayarak babam oldu, çocukluktan sıyrılıp büyümeye başladığım zamanlar da güzelliği tüm olumlu hislerimin kendisine yönelmesini sağladı ve ben önce başkalarına güldüğü gibi bana da gülmesini istedim, içimde tomurcuklanıp en derin hislerime kadar uzanan bu basit istek her şeyin başlangıcıydı, Jungkook beni itmeye çabaladığı sancılı bir dönemin ardından önce sevgilim, sonra da en yakın arkadaşım oldu.
Ruhumdaki kara leke bu yüzden silinmeye yüz tutması gerekirken ona ihtiyaç duydukça daha da genişledi ve beni yutacak hale geldi, işin acı tarafı bundan memnundum, beni kapısı kapalı boş bir odada gözlerimi bile yummadan rüyalar görecek hale getiren deliliğim bağa olan nefretimi azaltıyordu, tek olduğumu bildiğim bir yatakta, tek olduğuma emin olduğum buz gibi bir yatakta kıpırdamaksızın uzanırken dudaklarımı kokladığını hissetmek gün içinde yaşadığım en güzel an oluvermişti.
O his içime dolana kadar en güzel andı, sonra yokluğu tokat gibi suratıma çarpıyordu, tüm dünyanın dinleyebildiği muazzam bir şarkıdan bir tek ben mahrum edilmiş gibi hissediyordum; herkes ötekileştirmişti beni. Üzerime doğduğunu asla hissedemediğim güneş batana kadar bebe mavisi duvarımda onun kirpiklerinin gölgesini görüyordum, ne acınası birine dönüşmüştüm ki saymaya başladığımda hemen arkamda benim için duyduğu endişe yüzünden gözyaşları dökülen Andrey'in sesi Jungkook'un yokluğundan sonra en nefret ettiğim şey haline gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akayuki
FanfictionGözlerini kapalı çizdim görmesinler diye kimseyi Madem görmeyecekler bundan sonra beni 2 Şubat 2016 ∞ 31 Aralık 2017