Yorgunum...
Yüreğimde, ruhumda, bedenimde tarif edemediğim acı bir yorgunluk var. Nefes alıp verdiğim her dakika içinde bulunduğum çember daralıyor gibi. Aldığım nefesler tane tane diziliyor boğazımda. Ne alabiliyorum ne de verebiliyorum. Bana acılarımı, yanlışlarımı, özlemlerimi hatırlatan bu evden, bu insanlardan uzaklaşmam lazımken bir mazoşist edasıyla onlara yapışıp kalıyorum.Gitmem gerekiyor! Bana bir katil olduğumu hatırlatan bu yerden arkama bakmadan kaçıp gitmem gerekiyor ama gidemiyorum... Yorgunum, yorgun... Bir yorgunluk kuyusunda ben onu çekerken o beni çekerken yerimizden bir santim dahi kıpırdayamıyoruz.
İki katiliz biz! Arkadaşlarının ölümüne sebep olan iki katil. Yorgun olmalıydık çünkü ruhumuza yüklenen acı kotamızın sınırını sert bir şekilde geçiyorduk. Yorgun olmalıydık çünkü gün ilerledikçe alnımıza yazılan katil damgası ağırlık veriyordu.
Genç kızın gözleri sıkıcı kavradığı kaleme kayarken titremekte olduğunu yeni yeni fark ediyordu. Defterine damlamakta olan tuzlu gözyaşlarını saymıyordu bile. Kalemini içinde oluşan ani öfkeyle defterinin arasına sıkıştırıp defterini sertçe kapatırken ayağa kalktı. Defteri oturduğu sandalyeye bırakırken gözlerini karanlık gökyüzünde parıldayan yıldızlara çevirdi. Yıldızlar dünyanın tüm pisliklerinden bihaber tertemiz gökyüzünü aydınlatmaya devam ederlerken genç kız yıldızlara sessiz bir küfür savurdu. O böyle ağlarken onların böyle parıldaması haksızlıktı! O böyle acı çekerken onların alayla gülümsemesi acımasızcaydı! İşaret parmağıyla gökyüzüne doğru kaldırıp tehditkar bir biçimde sallarken dudakları yüreğinden dökülenlere eşlik etti.
"Gidin! Bu lanet olasıca gökyüzünden defolup gidin. Kirlenmiş yüreklere tertemiz gülümsemeyi kesin artık. Defolun!" diye kendi kendini boş bahçede bağırırken onu izleyen mavi gözlerden habersizdi genç kız. Ki haberi olsa dahi o yıldızlara küfür savurmaya devam edecekti. Öfkeydi! O böyle yorgunken onların tüm ihtişamıyla gökyüzünde durmalarına öfkelenmişti ya da sadece bu acısını dışa aktarmanın bir diğer yoluydu. Emin değildi.
"Onlarda istemezdi zaten kirlenmiş yüreklerle göz göze olmayı." diye kulaklarına gelen ses ile genç kız yerinden sıçrarken havada salladığı eli boşluğa düşmüştü. Gözlerini sesin geldiği yere çevirince gözlerine değen siluetle kaşlarını çattı.
"Bu yüzden gitmeliler." diye cevap verirken genç adam sırtını yasladığı duvardan ayırıp bir eli cebinde ona doğru yürüdü.
"Onlarda aynısını bizler için düşünüyor." Genç kız karşısında duran heybetli bedenden gözlerini alıp kafasını gökyüzüne çevirdi. Gerçekten yıldızlarda bizi görmek istemiyor muydu? Adamın dediğini onaylamazca kafasını iki yana sallarken tekrar karşısında bedene çevirdi gözlerini.
"Siz neden geldiniz?" diye sordu.
Genç adam, küçük kızın sorduğu soruyla gözlerini elalardan alıp sesli bir nefes içine çekti. O da bilmiyordu neden geldiğini. Sadece gelmeliydi işte! Tek bildiği şey onu bir an önce görmesiydi. Boşta olan elini de pantolonun cebine sıkıştırırken birbirine çapraz duran sandalyenin birine attı bedenini. Ayaklarını üst üste atarken gözleriyle yanında ki sandalyeyi işaret ederek genç kızın oturmasını söyledi. Küçük kız bir kaç saniye öylece suratına bakıp işaret ettiği yere oturunca ellerini göğsünün altında birleştirdi.
"Korayı ne zamanda beri tanıyorsun?" Sorduğu soruyla genç kızda onun gibi kollarını göğsünün altında birleştirince gözleri hafif yukarı kalkıp giydiği tişörtten kendisini gösteren göğüslerine kaydı. Küçük göğüsler onun dikkatini çekebilecek türden olmasa da onu kendine çeken bu kızın her şeyini en ince ayrıntısına kadar bilmek istiyordu. İster bedeni olsun ister ruhu içine işleyenin içini bilmek istiyordu.
"Kendimi bildiğim andan beri tanıyorum. Ama pek bir yakınlığım olduğu söylenemez." diyen genç kıza sadece kafasını sallayarak bakmakla yetinmişti. Kızarmış olan ela gözler adeta ben ağladım diye haykırırken neden ağladığını merak etmek adama düşmüştü. Onu gördüğü andan itibaren böyle bir kızın ağlayabileceği hiç aklına gelmemişti. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki o ağlamaz, o asla yenilmezdi. Oysa son günlerde ne çok ağlıyordu, ne çok ağlıyorlardı.
"Senin kirin ne?" diye ağır ağır sorarken gelecek cevap için yüreğinde yer açtı fakat kulaklarından yüreğine işleyecek herhangi bir ses gelmemişti. Genç kız yüzündeki keskin ifadeyi hiç bozmadan öylece adama bakıyordu. Bu suskunluk onu daha da meraklandırsa da bir şeyleri kıracak diye üstelemekten kaçınıyordu.
"Benimkinin de sizin kirinizden bir farkı yok. Siyahımın üstüne damlayan beyaz boya. Karanlığımı daha ürkütücü hale getiren beyaz bir ışık." İşte bu kadardı! Adamın yüreğini dolduran bu cevap onu yerle bir etmeye yetmişti. Beyaz burada saf değildi. Beyaz burada masum değildi! Beyaz ölümdü. Beyaz acısın en keskin rengiydi. Siyah masumdu. Siyah küçük bir dünyaya kurulan savunma mekanizmasıydı. Genç kız ellerini göğsünün altından çekip adama doğru eğildi.
"Gözlerimin önünde öldürdü kendini ama ben bir şey yapamadım. Arkadaşım can çekişti, ben öylece izledim. Arkadaşım gözlerimin önünde ölüyordu ama ben göremedim. O öldü ama ben ölemedim. O öldü ben ölmesine izin verdim. İşte benim tüm kirim bu." derken dişlerinin arasından kendini sıkarak konuşmuştu. Ağzından çıkan her bir kelime de öfkelendi. Kendisine karşı deli gibi öfke duydu ve adamın durgun bakışları arasında oturduğu sandalyeden ayağa fırladı. Eliyle ela gözlerini göstererek:
"Bu gözler önünde, bu lanet olası gözler önünde kendini trenin önüne attı." bu sefer kulaklarını işaret ederken " bu lanet olası kulaklar önünde çığlık attı." elini kalbine götürerek " bu lanet olası kalbin önünde kendinden vazgeçti." derken gözünden bir damla yaş akmadı ama yüreğinden ne kanlar sızı verdi. O kanı gören adam usulca yerinden kalkarken gözleriyle genç kızı sıkıca sarmalayıp onun tüm acısını içinden sömürdü. Sömürdü fakat kendisi kanadı. Sömürdü fakat kendisi can çekişmeye başladı. O dokunmadan bu haldeyken genç kızın saçının bir teline dokunsa acaba neler olurdu? Tam elini kaldırıp genç kızın saçlarına doğru götürürken:
"Canan?" diyen sesle durup elini boşluğa bırakmak zorunda kalmıştı. Gelen sese bakan genç kızın bakışlarını takip edip gelene baktı. Kenan adımlarını hızlandırıp onlara doğru gelirken ikisi de genç adamın Canan'a sarılacağını beklemiyordu.
Canan, ona sıkıca sarılan arkadaşıyla gözlerini irice açıp şaşkınlıkla durmuştu. Bu da neyin nesiydi şimdi?
"Kenan?"
"Gidelim, Canan. Evimize gidelim. Zeynep'e gidelim." derken sözleri bir bıçak olup yüreğine saplandı. Kenan böyle yapmamalıydı. İşleri ikisi içinde zorlaştırmamalıydı. Bu acıyı gömeceklerine dair birbirine söz vermişken bunu yapmaya hakkı yoktu.
Eymen'in kalbi duyduğu acı yalvarışla ağırlaşırken sadece izledi. İzlemek bile acı vermişken hissetmek öldürüyordu. Aynı kaderi paylaşan insanlar olarak toplu mezarlığa gömülmeleri gerekiyordu. Yıkılmış bir erkek gözünde güçsüz, vasat görünmüyordu adamın. Güçlüydü, güçlülerdi. Öyle olmaları gerekiyordu. Kirlenmiş hayatlarında kirli olsalar da ayakta kalmaları gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Bir Kadın
RomanceTrajik bir olay bir hayatı soldururken iki hayatı yaşanılmaz kıldı. Ve beraberinde duygular kalbe mühürlendi. Aşk bir insan için biterken, bir diğeri için yeni başlıyordu. Küçük bir kadın, büyük bir AŞK! Adam bir adım için her şeye hazırken, kadın t...